Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuruda Yeni Ölçüt; de minimis non curat praetor..

Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuruda Yeni Ölçüt; de minimis non curat praetor..


Anayasa Mahkemesi’nin 23.05.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 05.04.2017 tarihli bir bireysel başvuru kararında; mahkumiyet kararının onanmasına ilişkin görüş içeren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinin tebliğ edilmemesine dair başvuru “kabul edilemez” bulundu.

Mahkeme’nin son dönem sıkça kullanmaya başladığı “anayasal ve kişisel önemden yoksun olma” gerekçesine dayalı karar, önemli bir tartışmayı da gündeme getiriyor.  

Kararda; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 01.06.2010 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 14.Protokol değişikliğinin (önemsiz zarar ölçütü), güvence altına alınan hakların Avrupa düzeyinde hukuksal açıdan korunmasını sağlama yönündeki temel görevine yoğunlaşması için “önemsiz başvuruları ivedilikle inceleme olanağı vermesi” amacıyla oluşturulduğu, bu yeni kabul edilebilirlik şartıyla “bir hak ihlali ne denli gerçek olursa olsun, uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmeyi gerektirecek asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiği” vurgulanıyor.

6216 sayılı Anayasa Mahkemesi Kanunu’nun 48.maddesinde yer alan “Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarar uğramadığı başvurular ile açıkça yasal dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir” hükmü ile AİHS’nin yukarıdaki hükmünü bir arada değerlendiren Mahkeme,

anayasal ve kişisel önemi düşük olan veya bulunmayan başvuruların esastan incelenmeksizin reddedilebileceği hüküm altına alınmıştır. Anılan düzenlemenin kaynağı, hakimin küçük/önemsiz işlerle uğraşmaması gerektiğini ifade eden kadim de minimis non curat praetor ilkesidir. Bu ilkenin temelinde yatan düşüncelerden biri mahkemelerin asıl işlevlerine odaklanmalarını sağlamak ve buna engel teşkil edecek önem derecesi düşük davaların ve başvuruların iş yük oluşturmasını önlemektir

diyerek, esas incelemesine geçilmesi halinde ihlal kararı verilebilecek nitelikte bile olsa anayasal ve kişisel önemden yoksun başvuruların “kabul edilemez” bulunabileceğini açıkça vurgulamıştır.

Başvuruyu bu temelde ele alan Mahkeme; silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine değinen pek çok sayıda kararı olduğunu, dolayısıyla anayasal önemin ortaya konulamadığını, kişisel önem açısından ise, tebliğnamede temyiz başvurusunun yerinde olmadığından reddi gerektiğinin yazıldığını, bu haliyle başvurucunun yorumlarını gerektirir yeni bir argüman içermediğinden önemli bir zararın oluşmadığını, kabul etmiştir.

Bu karar ve yaklaşım, bireysel başvurularda anayasal ve kişisel önem ölçütüne dair ciddi açıklamalarda bulunulmasını gerektirdiği gibi Mahkeme’nin pek çok başvuruyu bu sebeple reddedeceğinin de işaretidir. Bireysel başvuru yolunun “kanun yolu” olarak algılanmaması gerekliliğini gösteren bu kararda, bir anlamda önümüzdeki dönem yargısının paradigması da yatmaktadır.

Buna göre, giderek artan nüfus ile birlikte karmaşıklaşan gündelik hayatın ürettiği uyuşmazlıkların çoğunluğu yargı için önemsiz/küçük olarak görülebilecektir. Bu yaklaşım eski yunan kentlerinin övülen demokrasisinin iki yüzlülüğüne ulaşırsa (özgür insanlar için adalet, nüfusun çoğunluğunu oluşturan köleler için ise teknik kölelik kuralları) ciddi bir meşruiyet sorunu doğurabilecektir.

Bir uyuşmazlık neye göre “büyük/önemli” neye göre küçük/önemsiz” sayılacaktır?

Asgari ücretle geçinen birisi için 1.000,00 TL’lik bir uyuşmazlık “hayati bir mesele” iken nüfusun %1’ini oluşturanlar için bahşiş babındaki bu tutar yok sayılabilecek niteliktedir. Onurlu bir insan için basit bir suçlama kişiliğine yönelik ağır bir tehdit/ihlal oluşturabilecek iken klasik bir siyasetçi veya suçlu için bu suçlama ciddiye alınabilecek türde bir fiil bile olmayacaktır.

Bu yaklaşımının tartışılması, eleştirilmesi ve sıkı bir şekilde kontrol edilmesi gerektiği aşikar. Ancak, uygulamada bu yaklaşımının sonuçlarının da dikkate alınması ve uygun çözümler bulunması gerekmektedir. Örneğin, bu yaklaşımla uzun süren, makul sürede yargılanma hakkını ihlal eden yargılamalar da anayasal önemden yoksun sayılabilecektir. Ama bu ilgilinin “kişisel hakkının ihlal edilmesi” sonucunu ortadan kaldırmayacaktır. Öyleyse, bu durumlarda anayasal bireysel başvuru yolu kapalı ise, nereden ve ne talep edilebilecektir?

Bir tazmin teorisi geliştirilmeden bireysel başvuru yolunun kapatılması, pek çok sayıda “küçük” insanın “değersiz” sorunlarının birikerek, özellikle bugünlerde azımsanamayacak bir kısmının siyasi aktivizm ve ikbal peşinde koştuğu genel olarak kabul edilen yargıya duyulan azıcık güveni de yerle bir edecek bir “meşruiyet” patlamasına sebep olabilir mi?

Hora fugit, stat jus.1

1. Zaman geçer, hukuk kalır..