Paris İklim Anlaşması ve Türkiye
1-Paris İklim Anlaşması tam olarak nedir ve Anlaşma neleri içermektedir?
Paris İklim Anlaşması, 1992 yılında imzalanan ve 21.03.1994 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ile başlayan sürecin devamı niteliğinde uluslararası bir anlaşmadır. Esas amacı atmosfere salınan sera gazı birikimlerini, insanlık için tehlike içermeyecek bir seviyede tutmak olan BMİDÇS’de “Taraflar, iklim sistemini, eşitlik temelinde ve ortak ancak farklı sorumluluk ve güçlerine uygun olarak, insanlığın günümüz ve gelecek kuşaklarının yararı için korumalıdır.” denilerek bu nihai amaca, iklim adaleti kavramını da içerecek şekilde vurgu yapılmıştır.
BMİDÇS sonrasında 1997 tarihli Kyoto Protokolü devreye girmiş ise de istenilen noktaya gelinmekte güçlük çekilmesi nedeniyle, 2011 yılında Durban’da yapılan 17.Taraflar Konferansı’nda (COP 17) alınan karar ile, 2015 yılına kadar tamamlanıp 2020 yılında, Kyoto Protokolü’nün sona ermesiyle uygulanmaya başlanacak bir Sözleşme’nin hazırlanması kararı alınmıştır.[1] Bu karar uyarınca, 2015 yılında Paris’de gerçekleştirilen 21.Taraflar Konferansı’nda kabul edilerek, 22 Nisan 2016’da imzaya açılan Anlaşma, yeterli sayıda imzaya ulaşmasının ardından 2016 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu anlamda, Paris Anlaşması’nı büyük bir mutabakata dayalı olarak, Dünya’nın iklim değişikliği maddi gerçeğine karşı mücadelenin yöntemini belirlemek amacıyla ortaya konan uluslararası bir metin olarak görmek mümkün.
2-Paris İklim Anlaşması devletlere ne gibi yükümlülükler yüklemektedir? Bu yükümlülüklere uyulmaması halinde devletlere yaptırım uygulanabilir mi?
Ne gibi yükümlülükler getiriyor? Bir sayfalık Giriş kısmı, 29 maddeyi içerir 15 sayfalık bir metin olan Paris Anlaşması’nın 2.maddesinde amaçlar ortaya konulmuştur. Buna göre,
(a) İklim değişikliği risk ve etkilerini önemli ölçüde azaltacağı biliciyle, küresel ortalama sıcaklıktaki artışı sanayileşme öncesindeki seviyeye göre 2°C’nin oldukça altında tutmak ve sıcaklık artışını sanayileşme öncesi dönemdeki seviyelerin 1,5°C üzeri ile sınırlandırmak için çaba göstermek;
(b) Gıda üretimini tehdit etmeyecek şekilde, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlayabilme kabiliyetini arttırmak, iklim değişikliğine direnci geliştirmek ve düşük emisyonlu kalkınmayı teşvik etmek;
(c) finans akışlarını, düşük sera gazı emisyonları ve iklim değişikliğine dirençli kalkınmaya yönelik eğilimle tutarlı hale getirmek,
Anlaşma’nın temel hedefleridir. Bu amaçlara erişmek için, Taraf ülkeler, “ulusal katkı beyanları” (madde 4) hazırlayacaktır. Bu ulusal katkılar; şeffaflık ve anlaşılırlık temelinde Anlaşma Sekreteryası’na iletilecek ve kayıt edilecektir. Taraflar, beyan ve taahhüt ettikleri “ulusal katkı”lara uymakla yükümlü oldukları gibi, Anlaşma’nın uygulanmasını incelemek üzere ilki 2023 yılında olmak üzere, her 5 yılda bir “küresel durum değerlendirmesi” (madde 14) yapılacaktır.
Anlaşma ile Taraf ülkelere ormanlar da dahil olmak üzere sera gazı yutak ve rezervlerini korumak ve güçlendirmek için eyleme geçmeleri (madde 5) söylenirken, azaltım ve uyum için çalışmaları (madde 6), iklim değişikliğine direnci artırmak ve sera gazı emisyonlarını azaltmak için teknolojiyi geliştirmenin ve teknoloji transferinin geliştirilmesinin önemine dair uzun vadeli bir vizyonu paylaşmaları (madde 10), iklim değişimi eğitimi, kamu farkındalığı, kamu katılımı ve kamunun bilgiye erişimini güçlendirmeye yönelik tedbirler alma konusunda işbirliği yapmaları (madde 12) istenilmektedir.
Gelelim en önemli kısma; Anlaşma’nın yaptırımı hükmü var mıdır? Anlaşma’nın 16.maddesinde “Sözleşme’nin en yüksek organının Taraflar Konferansı” olduğu belirtilirken, 15.maddesinde “Anlaşma hükümlerinin uygulanmasını kolaylaştırmak ve bu hükümlere uygunluğu teşvik etmek üzere” bir mekanizma oluşturulduğu (madde 15/1), bu mekanizmanın “uzman bazlı ve kolaylaştırıcı yapıdaki bir komiteden oluşup şeffaf, çekişmesiz ve cezai olmayan bir şekilde” işleyeceği açıkça ifade edilmiştir. Cezai olmayan işleyiş, Anlaşma çerçevesinde belirlenen ulusal katkı beyanlarına uymamanın, daha genel bir ifadeyle, Anlaşma hükümlerine uymamanın bir yaptırımının olmadığı anlamına gelmektedir. Nitekim, Anlaşma’nın nihai hedefi/amacını içerir 2.maddede yüklem olarak “çaba göstermek” ve “teşvik etmek” gibi yüklemlerin seçilmesi, Anlaşma’nın hukuki bir yaptırım içermediğini göstermektedir.
3-Türkiye’nin imzaladığı halde Paris İklim Anlaşmasını bu zamana kadar onaylamamasının sebepleri nelerdi ve bu durumun Türkiye açısından ne gibi dezavantajları oldu?
Bu sorunun tek bir cevabı yok, diye düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti, imzaya açıldığı ilk gün olan 22 Nisan 2016 tarihinde imzaladığı Anlaşma’yı neden 2021 yılında onaylamıştır? Türkiye’nin “iklim başmüzakerecisi” olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar, Anlaşma’nın onaylanmasının uygun bulunmasına dair Kanun teklifi ile ilgili Komisyon’da yaptığı açıklamada; “Türkiye’nin Paris Anlaşması’nın, sera gazı etkisine sebep olan gelişmiş ülkeler kategorisinde olduğu için onaylamadığını, öngörülen taahhütlerin ülkenin sanayileşme çabalarına engel oluşturabileceğinin hesaplandığını, aradan geçen süre, AB ve diğer uluslararası kuruluşların yeni finansman kaynakları yaratması, AB tarafından “sınırda karbon vergisi” uygulamasına geçilmek üzere olunması, Türkiye’nin ihracatının %42’sinin AB’ye yapıldığı dikkate alındığında Anlaşma’yı onaylamanın zamanının geldiği sonucuna varıldığını” açıklıkla ifade etmiştir.
Burada söylenen ilk gerekçeye, sanayileşme çabalarının engellenmesine sebep olabileceği endişesine katılmak mümkün görünmüyor. Tam aksine, kanımca “yeşil dönüşüm” çok daha ciddi bir teknolojik hamle, çok daha fazla istihdam ve yatırım potansiyeli içeriyor. Buna karşın, iklim değişikliğine sebep olan sera gazı birikiminden, tarihsel olarak ABD ve AB’nin sorumluluğu tartışılmaz. İklim adaleti kavramının dayanağını oluşturan bu olgu karşısında, Türkiye’nin, Anlaşma’yı çok daha önce imzalaması ancak asıl sorumlu olan gelişmiş ülkelerin sorumlulukları çerçevesinde daha fazla yükümlülük yerine getirmeleri için çalışması yerinde olurdu.
Bir de vurgulamak gerekir ki, her ne kadar Anlaşma 2016 yılında yürürlüğe girmişse de, uygulamaya geçmesi 2020 yılında, Kyoto Protokolü’nün sona ermesi ile olmuştur. Bu nedenle, süreç daha yeni başlamıştır.
4-Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını onaylaması ne gibi değişiklikleri beraberinde getirecek?
Bu, bize bağlı. Bağlayıcılığı olmayan bir metin. Ancak, Taraf ülkelerin hazırlayacakları “ulusal katkı beyanları” ile salt Anlaşma sekretaryasına değil, esasında öncelikle kendi vatandaşlarına yönelik bir sorumluluk üstlenmiş oluyorlar. Bu nedenle, gerek uygulanabilir ve ciddi bir hedef ortaya koyan “ulusal katkı beyanı”nın hazırlanması gerekse de bu beyana uyulabilmesi için gereken politika adımlarının uygulanması gerekiyor.
Hemen ne değişebilir? T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, Glasgow’da devam eden 26.Taraflar Konferansı’nda bir dizi açıklamada bulundu. İlk somut adım, Bakanlık adına “İklim Değişikliği” ibaresinin eklenmesi oldu. Takiben, Bakanlık bünyesinde “İklim Değişikliği Başkanlığı” kuruldu. 2021 yılında çıkarılacağı topluma taahhüt edilen “İklim Kanunu” hazırlıkları –umuyoruz ciddi bir şekilde– devam ediyor. AB Yeşil Mutabakatı’na uyum için çalışmalar yürütülüyor. Emisyon ticareti sistemi devreye girecek, ormanlık alanlar büyütülecek, biyolojik çeşitlilik artırılacak, sıfır atık kampanyası yaygınlaştırılacak, kentlerin iklim değişikliğine daha dirençli hale getirilmesi için planlar hazırlanacak…. Eğer işi gerektiği gibi yaparsak, değişecek o kadar çok şey var ki. Bunların tümü yeni kurallar, yeni düzenlemeler, yeni uygulamalar demek. İşin içinde hukuk, teknoloji, ekonomi; bildiğimiz tüm toplumsal düzen var.
5- Paris İklim Antlaşmasının iç hukuka aktarılması sırasında bizleri ne gibi zorluklar bekliyor, geçiş sürecinde devletin dikkat etmesi gereken hususlar nelerdir?
Anayasa’mızın 90.maddesi hükmü gereği, Paris İklim Anlaşması’nın doğrudan uygulanır bir hukuk metni olduğunu söyleyebilirim. Buradaki hedefler, ayrıca bir yasal düzenlemeye gerek olmaksızın hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Bu noktada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anlaşma’nın toplum nezdinde kabul görmesi için şeffaflık ve hukuk devleti kurallarına uygun bir çalışma yürütmelidir. Zor bir süreç, salt Türkiye için değil. Çevre sorunu, baştan itibaren bir kalkınma tezatlığı, çatışması etrafında düşünüldü. Bir yanıyla da öyle aslında. Modern yaşam bize bir refah sunuyor ama bu bedelsiz değil. Bildiğimiz hayat, enerji üzerine kurulu. Enerji olmadan, internet olmadan ne çalışmayı, ne yaşamı hayal edebiliyoruz. Enerji nereden, nasıl geliyor? İnternette yaptığımız bir saatlik bir tur, gezinti için ne kadar enerji harcanıyor? Bu nedenle, bir yeşil dönüşüm gerekiyor. Bunun için de toplumun katkısı, tek tek her bir vatandaşın gönüllü katılımı şart. Devlet, bunu yapabilmeli. Bu meseleyi siyaset üstü, bir toplumsal mutabakat haline getirmeliyiz. Yoksa, ne 1,5°C ne de 2°C hedefi kalır; şimdiden en ulaşılabilir durumun 2,7°C’lik artış olduğu söyleniyor ki, bu bazı ülke ve kentlerin haritadan silinmesi anlamına bile gelebilir.
6-Uzun ve meşakkatli bu sürecin ardından Türkiye’nin anlaşmayı onaylaması ne ifade ediyor, hükümetin çevre politikalarının değişeceğini söyleyebilir miyiz, geleceğe etkileri neler olacaktır?
Bu soruya “iklim adaleti” çerçevesinde bakmak gerekiyor. Türkiye’nin mevcut konumu, coğrafyası son derece önemli. Yukarıda da belirtmeye çalıştım; sanayileşme çağı ile başlayan dönemde, günümüzün zengin devletleri, kömürün kullanılmaya başlaması ile atmosferde sera gazı biriktirmeye başladılar. Onlarca yıl boyunca, hiçbir sorumluluk, yükümlülük taşımadan, atmosferde sera gazı biriktirme pahasına üretimlerini sürdürdüler. Bu nedenle tarihsel olarak bakıldığında, ABD ve AB bu işin asli sorumluları ve bu sorumluluklarının gereği olan çabayı hala göstermiyorlar. Böyle olunca, gelişmekte olan ülkeler “siz konforunuzdan vazgeçmez iken biz neden sizin refahınıza erişmek için bu üretim modeline devam etmeyelim?” diyorlar. Çoğu gelişmekte olan ülke ve coğrafya açısından, gelişmiş ülkelerin “çevre” söylemleri inandırıcı ve samimi bulunmuyor, yer yer yeni bir kolonyalist bakış açısı olduğu, ifade ediliyor. Buna karşın, Türkiye’nin bu süreçte aktif, etkin bir rol oynaması, gelişmekte olan ülke/coğrafyalar açısından örnek alınabilecek bir liderlik oluşturabilir. Bu nedenle Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadelede etkinleşmesi, bu konuda yeni teknolojilerin üretiminde ve komşu/benzer ülkelerle paylaşımı iklim değişikliği konusunda daha ciddi, olumlu sonuçlar doğurabilir. Son dönemde yapılan açıklamalarda bu yönde ifadeler görüyoruz ki bu da bizi umutlandıran bir gelişme.
7-Paris İklim Anlaşması devletlerin sorumluluk hissetmeksizin uyguladığı çevre politikalarını regüle ederek, çevreye verilen zararı azaltabilir mi? Günümüzde devletler özelinde çevre kirliliğini engellemek için uygulanabilir bir öneriniz var mı?
Eğer biz vatandaşlar, Anlaşma’nın uygulanmasını talep eder, takip eder ve sorgularsak, evet; zarar azaltılabilir. Anlaşma’nın “yaptırım” içermemesi uluslararası hukuk açısından geçerli bir durum. Yoksa, doğrudan iç hukuk hükmü haline gelen Anlaşma hükümlerine uyulmaması, iç hukukta rahatlıkla dava konusu edilebilir süreçler doğuracaktır. Devlet, bir beyanda bulunuyor ama gereğini yerine getirmiyor. O zaman, Paris Anlaşması’nın sadece atıf yapıp bırakarak değil ama Anlaşma’nın tüm maddelerini nasıl yorumlamamız ve nasıl uygulanmasını beklememizi anlatan hukukçular ve diğer uzmanların çalışmaları ile “iklim davaları” açılabilecektir. Devlet, tüm kurum ve yöneticileri ile belediyeler, özel şirketler, ülkemizde faaliyette bulunan uluslararası şirketler; tümüyle dava edilebilir hale gelmişlerdir. Yeter ki, bunu ciddiyetle, bilgiyle destekleyen yurttaşlar, STK’lar olsun…
8-Paris İklim Antlaşması’nın, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin gerçekleştirilmesine sağladığı katkılar nelerdir? Sürdürülebilir kalkınma açısından sözleşmenin eksik kaldığı noktaların olduğunu düşünüyor musunuz?
Anlaşma’nın Giriş kısmında “İklim değişikliğinin insanlığın ortak bir endişe konusu olduğunu ve Tarafların, iklim değişikliğinin ele alınması için eyleme geçerken insan hakları, sağlık hakkı, yerli halklar, yerel topluluklar, göçmenler, çocuklar, engelli bireyler ve hassas durumdaki kişilerin hakları ve kalkınma hakkının yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliği , kadınların güçlendirilmesi ve kuşaklar arası adalet konularına yönelik sorumluluklarına saygı göstermeleri, bunları teşvik etmeleri ve dikkate almaları gerektiğini de göz önünde bulundurarak,” denilirken, temel amacı ortaya koyan 2.maddede:
“Hedefi dahil olmak üzere Sözleşme’nin uygulanmasını geliştirmek amacıyla bu Anlaşma, sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun ortadan kaldırılması çabaları bağlamında iklim değişikliği tehdidine yönelik küresel müdahaleyi aşağıda belirtilenler aracılığıyla güçlendirmeyi amaçlamaktadır…”
denilmiştir. Görüleceği üzere, Paris Anlaşması, iklim değişikliği mücadelesini “sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun ortadan kaldırılması” nihai hedefleri için vazgeçilmez önemde görmektedir. Gerçekten de, BM çevre anlaşmalarının tamamında, sürdürülebilir kalkınma nihai hedefi yer alır. Hatta, çevreciler tarafından eleştirilen bir husustur bu vurgu. Bu nedenle, sürdürülebilir kalkınma vurgusunun eksik olduğunu düşünmek mümkün değil.
Çeşitli uluslararası kurumlar tarafından vurgulanıyor; ölü bir gezegende iş yoktur! Sürdürülebilir bir kalkınma için, yaşanabilir, çalışılabilir bir gezegene sahip olmamız gerekiyor. Öyleyse, bu ikisini birbirinden ayırmak, aralarındaki dengeyi sarsmak söz konusu olmamalı.
Bu röportaj ilk kez 1 Aralık 2021’de www.caseresmi.com’da yayımlanmıştır.
[1] Paris Anlaşmasını İklim Adaleti Perspektifinden Değerlendirmek, Doç.Dr. Yasemin Kaya, Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Dergisi, cilt 14, Sayı 54, 2017