Çin Neden İklim Değişikliğiyle Mücadele İçin Yargıçlar Atadı?

Çin Neden İklim Değişikliğiyle Mücadele İçin Yargıçlar Atadı?


Başlık, küresel çevre örgütü ClientEarth’ün kurucusu Avukat James K. Thornton‘un Ekim 2021’de yaptığı TED konuşmasından alınma. Bugün, dünyanın “en büyük kirleticisi” ilan edilmesinin ötesi ve öncesinde insan hakları ihlalleri ve totaliter rejimi ile anılan Çin’de çevre koruma alanında neler oluyor?

Bir Wall Street avukatı iken, Cumhuriyetçi Reagan (dönemin Trump’ı denebilir) yönetimine karşı, kirlenmiş suların temizlenmesi için 80’den fazla dava kazanıp, sonrasında Londra’ya taşınarak ClientEarth’ü kuran James Thornton’un konuşması, bambaşka bir Çin gösteriyor bize.

2014 yılında Brüksel’de yapılan görüşme ile başlayan süreçte, Çin hükümeti ve yargısı ile görüşmelere yapılarak, aralarında Çin hükümetine ait şirketler de olmak üzere, kirletici tüm şirketlerin Çinli çevre örgütleri tarafından dava edilmesini içerir ve kolaylaştırır hükümlerin de olduğu yeni bir çevre yasasına yönelik tavsiyelerlerde bulunulur ve şaşırtıcı bir şekilde ClientEarth tavsiyelerinin bir çoğu kabul edilerek yasa çıkartılır.

Yasa ile çevre örgütlerine tanınan en önemli ayrıcalıklardan birisi; açılan bir çevre davasının olumsuz sonuçlanması halinde, dava edilen şirketin masraflarının çevre örgütü tarafından ödenmeyecek oluşudur. Böylelikle, pek çok demokratik ülkede açıkça tanınmasına rağmen, masrafları nedeniyle kullanımı oldukça güçleşen çevre ve de özellikle iklim davaları konusunda, ciddi bir adım atılmış olur Çin’de.

Bu süreçte Çin’de 15 kişilik bir ofis de açan ClientEarth, yasadan sonra, yeni kurulan çevre mahkemelerine atanan yargıçların, başta Çin Yüksek Mahkemesi yargıçları olmak üzere, çevre hukuku ve özellikle iklim davaları konusunda yargıçların eğitimini üstlenir, ardından da savcıların eğitimi gelir. Nihayetinde 1500 yargıç ile 1200 savcı bu eğitimleri alır. Etkisi ne olur? 2020 yılında, çevreyi kirleten ve büyük bir çoğunluğu da Çin hükümetine ait olan firmalara 80 bin dava açar, eğitimlerden geçen savcılar.

Çin’de kömürden elektrik üretilmesinin ciddi bir sorun olduğunu belirten James, bunula ilgili olarak Çinli finansman kurumları ile görüşmeler yaparak, kömürün iyi bir yatırım olmadığını anlatmaya çalışır. Sonrasında da, 2021 yılı Eylül ayında, BM Genel Kurul’un da bir konuşma yapan Çin Devlet Başkanı, artık Çin sınırları dışında kömürlü termik santral kurmayacaklarını açıklar.

Konuşmasını umutla bitiren James, 2030’a kadar Çin emisyonlarının azalmaya başlayacağını ve bu adanmış tutumun dünyada çok az ülkede bulunduğunu vurguluyor.

Çin, bu gelişmeleri yaşadığı dönemin bir kısmında, iklim değişikliği olgusunu inkar eden ve Paris İklim Anlaşması’ndan çıkan birisi ABD Başkanı (Trump) idi. İlginç, değil mi?

Konuşmayı dinlerken, ülkemizi düşündüm. Yıllar önce IMF programları doğrultusunda elektrik üretim, iletim ve dağıtımını önce kurumsal olarak ayıran, sonra da özelleştiren Türkiye, bugün, tam da en ihtiyaç duyulan bir dönemde, bu hatalı politikaların bedelini giderek kirlenen havası, suyu yanında enerji arz sıkıntısı ve yüksek tüketici fiyatları ile ödemeye başladı.

Şu sorulmalı; üretim santrallerinin ve dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesi NE İŞE YARADI? Üretim şirketleri özelleştirilince, devletin yapamadığı (!) çevresel yatırımları yapıp daha az mı kirletici hale geldiler? Yo, üstelik, yıllarca süren muafiyetlerle çevreyi olanca gücüyle kirletmeye devam ettiler, hala da “geçici izinlerle” kirletmeye devam ediyorlar. Dağıtım şirketleri, akıllı şebekelere yatırım yapıp güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji üreticilerinin önünü açan süreçleri mi oluşturdular? Yo, tam tersi, her daim sadece kısa dönem karına odaklanan bu şirketler, yatırım yapmadıkları gibi, yenilenebilir enerji tüketiminin önünü açacak süreçlere de destek olmadılar.

Çin, yukarıdaki süreçleri tesis ederken, Türkiye; bugün, dünyanın en kirli üretimlerinden birisinin yapıldığı Afşin Elbistan’da, mevcut santrallere yenilerini eklemek, yeni üniteler inşa etmek için kararlar alıyor. Bütün dünyanın gözünün alınacak kararlarda olduğu 26.Taraflar Konferansı (COP 26) devam ederken, yılın en yoğun üretiminin yapıldığı Afşin Elbistan’da, başta partikül madde 10 (PM 10) olmak üzere kirletici seviyeleri kabul edilebilir seviyelerin oldukça üstüne çıktığı bizzat Bakanlık verileri ile ortaya konuluyor.

Müsilajından kirlenen havamıza, suyumuza, yanan ormanlarımıza, sellere, kuraklığa pek çok işaret iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini ortaya koyarken, ciddi adımlar atmakta neden zorlanıyoruz? Neden Devlet, bu konuda istekli, (iyi) niyetli kişileri, STK’ları daha çok dinlemiyor? Neden vatandaşlara ve STK’lara daha fazla yetki ve sorumluluk verilerek çevre hakkının etkin kullanımı teşvik edilmiyor?  Salınımları ile iklim değişikliğine, kirleticileri ile temiz hava ve su hakkını ihlal neden, esasında dünyanın en pahalı üretimlerinden birisi olan kömürlü termik santrallerden, neden hızlı bir plan ile çıkamıyoruz?

Dünyanın en kötü yatırımı sayılan kömürlü termik santrallere yatırım yapmakta ısrar ederken, bir yandan da güneş enerjisi üretiminde, lisanssız elektrik üretim tesislerinin dağıtım bedellerine 2021 tarifelerine göre TL bazında yüzde 500’lük, dolar bazında ise yüzde 300’lük artış yaparak NEREYE VARACAĞIZ?

Sorular bitmiyor, süremiz daralıyor, ama elbette umut daim…