Sosyal Yardımlaşma Vakfında İlave Tediye ile İlgili Yargıtay’ın Farklı Kararları Adil Yargılanma İlkesinin İhlalidir!

Sosyal Yardımlaşma Vakfında İlave Tediye ile İlgili Yargıtay’ın Farklı Kararları Adil Yargılanma İlkesinin İhlalidir!


Yolu “adalet” arayışıyla yargıya düşen yurttaşlar ile avukatların en fazla şikayet ettiği konulardan birisi, yargı organlarından aynı konuda birbirinin tam tersi kararların çıkması ve hem lehe hem aleyhe olan kararların kesinleşmesi ile bu çelişkili durumun giderilmesinin çoğu durumda mümkün olmaması veya çok zaman almasıdır.

Bir avukat olarak, size uyuşmazlığını getiren müvekkile vereceğiniz tavsiye, sorunun analiz edilmesi, hukuk teorisi içerisinde yerinin ve yargı organları tutumunun ortaya konulması, nihayetinde de nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda öneride bulunulmasına dayanır. Bunu yapabilmek de, özellikle yargı organlarının tutumunun ifade edilmesi noktasında, güncel gelişmeleri izlemeyi gerekli kılar, en azından çoğu zaman. Çünkü bazen ne kadar takip ederseniz edin, bir anda değişiveren yargı kararları nedeniyle tavsiyenizin tam tersi bir sonuç ile karşılaşabilirsiniz. Bazen, Türkiye’nin hangi bölgesinde yaşadığınız ve dava açtığınız, davanızın Yargıtay’ın hangi dairesine gittiğine göre değişebilir alacağınız sonuç.

Peki, müvekkil ile olan ilişkinizi geren, çoğu durumda da kötü bir şekilde sonlandıran böylesi bir durumda, ne yapabilirsiniz? Anayasa Mahkemesi’nin 22 Şubat 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan yeni bir kararı bu konuda yol gösterici olabilir.

Tosya Sosyal Yargımlaşma ve Dayanışma Vakfı bünyesinde iş sözleşmesine dayalı olarak çalışan bir kişinin, kamu personeline için getirilmiş ilave tediye hakkından yararlanmak için başlattığı dava sürecinin olumsuz sonuçlanması üzerine yaptığı başvuruda, farklı/çelişkili kararların adil yargılanma hakkını ihlal ettiği ileri sürülmüştür.

Gerçekten de Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin bu vakıflarda çalışanların ilave tediye hakkından yararlanması gerektiğine dair kararlarına karşılık Yargıtay 22.Hukuk Dairesi’nin de aksi yönde, yani bu vakıflarda çalışanların ilave tediye kapsamında olmadığına dair kararları vardır.

Sorunu öncelikle uluslararası hukuk, AİHM çerçevesinde ele alan Anayasa Mahkemesi, toplumun yargısal sisteme olan güveninin hukuk devletinin esaslı unsurlarından birisi olduğu, birbirinden farklı kararların devamlılık arz etmesinin bu güveni azaltabileceğine dair AİHM yaklaşımını belirtirken, bu vurgunun “içtihadın değişmezliği” anlamına gelmeyeceğini şu şekilde ifade etmiştir;

.. Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez. 

Öyleyse, uluslararası hukuk açısından, dinamik yargılama ve değişim ihtiyacı ile hukuki güvenlik ilkesi nasıl bağdaştırılmaktadır? AİHM’in bu konuda çözümü, yüksek mahkemelerin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulanıyor ise sonuçlarının tespitine dayalıdır.

AİHM yaklaşımını bu şekilde ortaya koyan AYM, Anayasa’nın 36.maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının “hukuk devleti”ni içerdiğini, hukuk devleti gereklerinden birisinin “hukuk güvenliği ilkesi” olduğunu, AYM’nin “kanunilik” ilkesi bağlamında görevinin hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmek olduğunu belirttikten sonra somut olayı değerlendirmiştir;

… sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı çalışanlarının ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmadığı hususunda yedi yıldan beri süregelen içtihat farklılığının derinleşmiş ve sürekli bir nitelik kazanmış olması, Dairelerin ve buna bağlı olarak alt dereceli mahkemelerin vardıkları sonucun davaların somut özelliğinden kaynaklanmaması ve hukuki belirsizliğe yol açan bu durumun ortadan kaldırılmasını sağlayacak içtihadı birleştirme kararı gibi elverişli bir mekanizma bulunmasına rağmen bunun işletilmemesi neticesinde uyuşmazlığın çözümünde görev alan Daire ve Kurula göre farklı ve birbiriyle çelişkili kararlar ortaya çıkmıştır. Başka bir anlatımla derin ve süregelen farklılıkları ortadan kaldırmaya elverişli bir mekanizma niteliğindeki içtihatların birleştirilmesi yolunun işletilmemesi nedeniyle varılan sonucun başvurucu için öngörülemez olduğu ve bu hususun hükümden bağımsız olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği sonucuna ulaşılmıştır.

Benzer bir durumla karşılaşılması halinde, hangi ölçütlerin nasıl ele alınması gerektiği konusunda yol haritası da içerir bu karar, aynı zamanda ihlalin sonuçları açısından da öğreticidir. Bu başvuru açısından, ihlalin derece mahkemesi kararının sonucuna yönelik olmadığını, yani varılan sonuçtan bağımsız olduğunu vurgulayan AYM, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığını, bu nedenle başvurucu lehine uygun bir manevi tazminata hükmedilmesinin yeterli giderim anlamına geleceğini hüküm altına almıştır.

Bu yaklaşımla, başvurucu lehine 7.000,00 TL manevi tazminata hükmeden AYM, aynı zamanda, benzer ihlallerin önüne geçilebilmesi için içtihadın birleştirilmesi yolunu değerlendirmek üzere kararın bir örneğinin Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’na gönderilmesine hükmetmiştir.

Yargıtay 9.Hukuk Dairesi ile 22.Hukuk Dairesi arasında pek çok konuda ortaya çıkan derin ve süregelen içtihat farklılıkların adil yargılanma hakkını ihlal ettiği anlamına gelen bu karar gerek Yargıtay Başkanlığı’na gerekse de ilgili Dairelere önemli bir görev yüklemektedir. Uyuşmazlıkların esasına girmeksizin, salt adil yargılanma noktasında bir sonuca ulaşarak yetki aşımı eleştirisinden kurtulmak isteyen AYM çözümünün etkili olmasını diliyoruz. İçtenlikle.