Üstad Avukatlık Meslek Dergisi’nin Güz 2020 Sayısı Yayınlandı
Düzenli gazete okuduğum, o eski zamanlarda, atlamadan, büyük bir keyifle takip ederdim karikatüristlerin köşesini. En iddialı zamanlarında beş-altı çizerin günlük bantı olurdu gazetede. Diğer sayfalarda, uzun uzun cümlelerle, döne dolaşa anlatılmaya çalışılan meseleler, onların elinde, en fazla üç karede, dünyanın en çarpıcı gerçeğine dönüşürdü.
Gerçekler, bir yandan güçlenirken çizgiyle, bir yandan da hep bir sevimlilik, olumluluk duygusu verirdi. En korkunç insanın, en büyük düşmanınızın, politik rakibinizin bile bir “insan” tarafı olduğunu anımsatır, sizi, kendine zarar veren bir keskinliğe ulaşmaktan alıkoyardı. Deyim yerindeyse, hoşgörünün ifadesiydi karikatür.
Baktığınızda, karikatür, bir eşitlik, ortak zemin, asgari müşterekler ifadesiydi. Belki de o yüzdendir, en güçlü zamanlarını, ortak bir zeminimiz olduğu günlerde yaşamış olması. Özel okullar yokken, zengin de fakir de, bürokrat da köylü de çocuğunu aynı mahalle okuluna verdiği, hastanelerde herkesin neredeyse eşit eziyet çektiği günlerin sembolüydü sanki.
Birdenbire olmadı tabii. Gerilmeye ve sertleşmeye başladık, yazılıp çizilenleri hoşgörüsüzlükle, en iyi niyetli eleştirileri bile topla tüfekle karşıladıkça, dönüşüme uğradık. Siyaset ve toplumda, önemli konum ve pozisyonlar, karikatürün anlam ve değerini kavrama güç, zeka ve olgunluğundan yoksun, renksiz, tatsız, tutsuz; asık suratlı, kızgın, giderek öfkeli, her daim alacaklı, her koşulda haklı, bağırıp çağıran ve sürekli büyük harflerle konuşan insanlara –çoğunlukla da adamlara– geçti.
Gün gün kötüleşirken siyasi ve toplumsal hayat, özellikle politik karikatürler de iyiden iyiye azaldı. Gazeteler ve yönetimleri, karikatürlerden, onlara gelecek tepkilerden korkmaya başladı. Tam da böyle bir ortamın ürünü ve destekleyicisi olan sosyal medyanın her şeyimizi ele geçirmesi ile durum daha da kötüleşti.
Ne oldu? Sonunda, gazetelerde haberin yanı sıra, karikatür dönemi de sona erdi. Objektif ve evrensel değerlere dayalı gazeteciliğin yerini kampının tarafı/sözcüsü medya devraldıkça, muhabirden çok köşe yazarı istihdam eden, haberden çok yoruma dayanan gazetelerde karikatürler yaratıcılılık ve gücünü yitir- di. Kendisinden bekleneni/isteneni değil de içinden geçeni yazmaya, çizmeye çalışanlar da, dokuz köyden kovulup, işlerinden oldular.
Bir dönem, siyasi karikatürlerle birlikte, böyle sona erdi. Ve biz avukatlar, son on-on beş yıllık tarihimizle, birebir tanıklık ettik bu sürece.
Uygar, tartışabilen, konuşabilen, meslek kurallarına uyarak, birbirine saygıda kusur etmeyen, yönetim görevlerini, önemli bir sorumluluğun, makul bir süre ile yerine getirilmesi olarak gören, sorunları için karar vericilerle görüşüp kanun yazım sürecinde birebir yer alan, elini taşın altına koyan bir avukatlık ve baro anlayışından, nereye geldik?
Nicedir, biriktirile biriktirile çözülemez hale getirilen meslek sorunlarına çözüm bulma yeteneği bir yana, buna dair niyeti bile olmayan bir “baroculuk” anlayışı, başta çok sayıda üyeye sahip iller olmak üzere, her yere yayıldı. Aynı mesleği, çoğunlukla aynı amaç ve yöntemlerle yapmaya çalışan, aynı sorunları yaşayan insanlar, siyasi kamplar üzerinden ayrışarak, birbirinden uzaklaşmaya, sahip oldukları diyalogla çözüm bulma yeteneğini yok sayıp, kendilerine yakışmayan bir üslup ve tavırla çatışmaya, her ne pahasına olursa olsun meslek örgütleri yönetimini ele geçirip yerlerini korumaya odaklandılar.
Meslek değer ve etiğini korumaya yönelik “disiplin yargılaması” süreçlerini adil yargılanma hakkına rahmet okutacak düzeyde kötü yönetip, şeffaflık ve objektiflikten uzak, devri geçmiş yönetim modellerine sıkı sıkı sarılan bu yönetici/avukatların niteliğinde yaşanan, gözle görülür düşüş, epeydir aranan fırsatı oluşturmuş ve avukatların büyük bir çoğunluğunu temsil etmeyen bir cepheleşme sonucunda, çoklu baronun kolaylıkla yasalaşmasına vesile olmuştur.
Kim kazandı?
Gerilim, vasatlık ve çözümsüzlükten beslenen grupların yarar elde ettiği açık. İki yılda bir yapılan genel kurulları küfür, kavga, kıyamet ile holigan arenasına çevirip; sıfır diyalog, sıfır fikir, sıfır hoşgörü ve sıfır çözüm ile bitirenler; çoklu baro sürecinde de ön saftaydılar. Nasıl olsa, onlara oy verenler, sorunlarının çözülmesi için, icrai faaliyetler için değil, “bu kale bizde kalsın”, mantığıyla oy veriyorlar. Bu nedenle, başarı/başarısızlık gibi bir ölçüt yok; gerilim ne kadar tırmandırılırsa, o kadar iyi.
Nihayetinde, avukatlar ne iktidardan talimat almak istiyor, ne de muhalefete mikrofon olmak; avukatlar, sorunlarının çözümü için irade ve yetenek arıyor. İkisin- den de yoksun olan mevcutların yarattığı kısır döngü, ancak, önyargılardan uzak, sorunlara yakın gençlerin işe el koymasıyla kırılabilir. Ne zaman olacak, onu da umuyorum yakında öğreniriz.