Cayma Bedeli Ödemesinde “Milyonlarca Aboneyi İlgilendiren Emsal Karar” ya da Hukukun Anlamlandırılması Sorunu

Cayma Bedeli Ödemesinde “Milyonlarca Aboneyi İlgilendiren Emsal Karar” ya da Hukukun Anlamlandırılması Sorunu


Stajyer Avukat Burak Biçer

Günümüz toplumunda; teknoloji, ulaşım, haberleşme, doğalgaz, su ve elektrik gibi kaynak, mal ve hizmetlerin önemli bir ortak ihtiyaca dönüştüğü görülmektedir. Bu ortak ihtiyaçların düzenli ve sürekli olarak karşılanması isteği ise, bireyleri ve sektördeki bazı kurum ve şirketleri sık sık hukuki ilişki çerçevesinde buluşturmaktadır. İşte bu buluşmada meydana gelen sözleşme ilişkisi, abonelik sözleşmesi olarak adlandırılmaktadır.

Abonelik sözleşmeleri, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 52. Maddesinde “…tüketicinin, belirli bir mal veya hizmeti sürekli veya düzenli aralıklarla edinmesini sağlayan sözleşmeler” olarak tanımlanmaktadır. Günlük hayatta bireylerin birden çok alanda abonelik sözleşmesi içerisinde bulunduğu düşünüldüğünde, belki de en çok uygulaması olan sözleşmelerden biri olduğunu da söylemek yanlış olmayacaktır.

Uygulamasının bu kadar fazla olması, doğal olarak, bu alanda düzenleme yapılmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 52. maddesi ve bu kanun maddesi uyarınca çıkarılan Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği, bu düzenlemelerin başını çekmektedir. Ancak, bu iki düzenlemede yer alan abonelik sözleşmelerinin sona ermesi hususu, kanun ve yönetmelik hükümlerinin anlamlandırılması ve hukuki terimlerin birbiri ile karıştırılması nedeniyle tartışmalara sebebiyet vermektedir.

Bu tartışma, Tüketici Kanununun 52. Maddesinin 4. Fıkrasında geçen “Tüketici, belirsiz süreli veya süresi bir yıldan daha uzun olan belirli süreli abonelik sözleşmesini herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin istediği zaman feshetme hakkına sahiptir.” hükmünden kaynaklanmaktadır. Bu hükmün gerekçesine bakıldığında; abonelik sözleşmelerinin çok uzun süreli olması, otomatik uzatma hükümlerinin varlığı ve abonenin sözleşmeye girerken sağlanan kolaylıkların ayrılmak istediğinde sağlanmaması gibi sorunların çözümü amaçlanmıştır. Sorun, abonenin herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin abonelikten çıkabilme hakkının tanınmasıyla çözüme kavuşturulmak istenmiştir.

Diğer bir yandan, Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği 16. madde, taahhütlü aboneliklerde tüketicinin süresinden önce taahhütlü aboneliğini sonlandırması halinde, satıcı veya sağlayıcının aboneden bir bedel (cayma bedeli) alabileceğini öngörmektedir. Bu hükümler dikkate alındığında tartışma konumuz, Tüketici Kanunu madde 52/4’de yer alan cezai şart kavramı ve Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği 16/1’de yer alan cayma bedelinin birbiri ile aynı anlama gelecek şekilde kullanılıp-kullanılamayacağı noktasında toplanmaktadır. 

Öncelikle bu iki kavramın tanımına bakmak gerekecektir. Cezai şart kavramı, Türk Borçlar Kanunu m.179 vd. hükümlerinde “ceza koşulu” olarak hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre, bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumunda tarafların sözleşmeye duyulan güvenin teminatı olarak kararlaştırdıkları bedele, ceza koşulu denmektedir. Buradaki tanıma bakıldığında ceza koşulu, sözleşme başlangıcında tarafların birbirlerinin sözleşmeye bağlı kalması amacıyla yaptıkları ve asıl alacağa bağlı fer’i nitelikte bir borç olduğu anlaşılmaktadır. İşte kanun koyucu, abonelik sözleşmeleri gibi bir tarafın diğer taraftan daha güçlü olduğu sözleşmelerde, zayıf olan tarafı korumak için cezai şart ödemeksizin sözleşme ilişkisinden çıkabilmesini hüküm altına almıştır. Çünkü diğer halde, en temel ihtiyaçlarını karşılamak isteyen abone, yüksek tutar da olsa cezai şartı kabul edecek ve bu sebeple sözleşme ilişkisi sona erene kadar bağlı olmak zorunda kalacaktır. 

Cayma bedeli kavramı ise, kanunda yer almayan uygulamayla gelişmiş bir kavramdır. Çıkış noktası ise, Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği madde 16 hükmüdür. Bu hüküm yukarıda bahsettiğimiz üzere, tüketicinin taahhütlü abonelikten süresinden önce ayrıldığında satıcının bazı bedelleri talep edebileceğini içermektedir. Bu bedeller, tüketicinin taahhüdüne son verdiği tarihe kadar tüketiciye sağlanan indirim, cihaz veya diğer faydaların bedellerinin tahsil edilmemiş kısmının toplamı olarak belirtilmiştir.

Her iki kavramın da sözleşmenin tam anlamıyla ifa edilmemesinden kaynaklı olarak diğer tarafa bir ödeme yükümünü içermesi, birbiri ile karıştırılmasına sebebiyet vermektedir. Ancak, cezai şart ve cayma bedeli birbirinden iki farklı kavramı ifade etmektedir. 

İlk olarak, son günlerde sıkça gündeme “Milyonlarca Aboneyi İlgilendiren Emsal Karar” olarak gelen ve abonelerin herhangi bir bedel ödemeden abonelikten çıkabileceğine dair verilen kararlara bakmak gerekmektedir. Bu kararlara konu olan sözleşmeler, taahhütlü abonelik sözleşmeleri kapsamındadır. Taahhütlü abonelik sözleşmeleri, bir satıcı veya sağlayıcının, taahhütnamede belirtilen süre kadar abone kalmayı taahhüt eden tüketicilere farklı avantajlar sağlamayı vadettiği sözleşmelerdir. 

Tanımdan anlaşılacağı üzere, Tüketici Kanunu’yla tüketiciye tanınan abonelik sözleşmelerinde geniş fesih yetkisi, taahhütlü abonelik sözleşmelerinde hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilecektir. Şöyle ki, tüketici belirli bir süre bu sözleşmeyle bağlı kalacağını taahhüt etmektedir. Tüketicinin verdiği taahhütle satıcıda oluşan haklı güven karşısında, tüketicinin istediğinde bu sözleşmeden cayma hakkı, satıcı için dezavantajlı bir durum oluşturacaktır. Bu sebeple, Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği ile satıcı/sağlayıcı tarafından haklı güveninin tazmini amacıyla tüketiciden cayma bedeli talep edebilme hakkı getirilmiştir.

Tüketici Kanununda yer alan herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin hükmünde yer alan cezai şartın ise yukarıdaki cayma bedeli kavramından çok farklı bir amaç için kullanıldığı görülmektedir. Çünkü, cezai şart daha çok karşılığı olmayan, salt ifanın gerçekleşmemesi durumunda ortaya çıkan bir bedelken; cayma bedeli, tüketicinin taahhüt vererek sağladığı indirim veya faydaların karşılığıdır. 

Bu konuda verilen kararların akabinde yapılan açıklamalarda, Yönetmelik hükmünün suistimal edildiği veya Kanun hükmünün Yönetmelik hükmüyle çeliştiği, bu sebeple Kanun’un uygulanacağı ifade edilmektedir. Ancak yukarıda yaptığımız açıklamalarda da görüleceği üzere, tamamen iki farklı alana yönelik kavramların birbiriyle çeliş(e)meyeceği açıktır. Kanun koyucu, tüketicileri yüksek tutarlı cezai şart tehdidinden korumak amacıyla bu düzenlemeyi getirmiştir. Ancak taahhütlü bir abonelik sözleşmesi ise, satıcıda oluşacak haklı güvenin bu geniş fesih yetkisi sebebiyle zedeleneceği düşünülerek, cayma bedeli ile buna karşı bir koruma kalkanı oluşturulmaya çalışılmıştır. 

Ayrıca Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği’nde cayma bedelinin nasıl hesaplanacağına dair bir hüküm de vardır. Yani taraflar, cezai şartta olduğu gibi, bedeli kendi aralarında serbest şekilde belirleyemeyecekler; tamamen Yönetmelik hükmündeki formüle göre belirlenen bir tavan ücrete göre talep imkânı doğacaktır. Buna ek olarak, kanun koyucu suistimalleri engellemek amacıyla, satıcı tarafından tarife ücretlerinin çok yüksek gösterilerek sözleşmeden dönme durumunda cayma bedelinin yüksek meblağlara ulaşmasını yasaklamıştır. Buna göre, satıcı/sağlayıcı taahhütsüz aboneliklerde hangi fiyatı uyguluyorsa, taahhütlü aboneliklerde ancak bu fiyat üzerinden indirimler yapabilecektir. 

Tüm bu düzenlemeler birlikte düşünüldüğünde Yönetmelik hükmünün ölü doğmuş bir hüküm olarak gösterilmeye çalışılması, hukuk sistematiği ile bağdaşmayacaktır. Öyle ki, Kanun genel çerçeveyi çizerek yönetmelikle bu sınır alanların düzenlenmesini istemiştir. Yönetmelik ile detaylı bir düzenleme yapılarak konu açıklığa kavuşturulmuştur. Ancak, cezai şart kavramının cayma bedeli ile aynı anlamdaymış gibi kullanılması bu tarz karışıklıklara sebebiyet verecektir.

Yönetmelik hükmü, tüketicinin abonelik sözleşmesindeki geniş fesih imkânını engellememekte, tüketicinin haklarında bir eksilmeye sebebiyet vermemektedir. Yalnızca, satıcının haklı güveni korumaya çalışılmış ve menfaatler arasında bir dengeleme yolunda gidilmiştir. Bunun yanında, ayıp hükümleri neticesinde haklı sebeple fesih hakkı de mevcuttur. Yani tüketici, hizmet veya maldaki ayıptan kaynaklı haklı fesih neticesinde herhangi bir ücret ödemeden sözleşmeden dönebilecektir. 

Sonuç olarak, hukuk bir bütündür. Bütün olarak yorumlanmalı, yorumda keyfiliğe kaçılmamalıdır. Zira, yorumda keyfilik veya hukukun yanlış anlamlandırılması, toplumda kaosa sebebiyet verecektir. Şöyle ki, Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği ve genel olarak Tüketici Kanunu ile tüketici, geniş bir koruma mekanizması içerisinde yer almaktadır. Ancak taahhüt verilerek satıcıda haklı bir sürekli ifa güvencesi oluşturulan durumlarda, tüketicinin her an hiçbir tazminat (esasında cayma bedeli ancak haklı güvenin boşa çıkarılması sebebiyle tazminat olarak düşünülebilir) ödemeden bu sözleşme ilişkisinden çıkabilmesi ihtimali, toplumda hukuki güvenilirliğe olan inancı da azaltacaktır. 

Bu sebeple kanun koyucu, cayma bedeli kavramıyla bu menfaat çatışmasını en uygun yöntemle çözmeye çalışmış, ancak zayıfı koruma ilkesi çerçevesinde cayma bedelinin sınırlarını belirlemiştir. Kanun’da ise zayıf durumdaki sözleşme tarafına cezalandırma maksatlı yüksek tutarlı kayıtların (ceza koşulu) geçersiz olacağını hüküm altına almıştır. Böylelikle taahhütlü abonelik sözleşmeleri alanı bir bütün olarak düzenlenmiştir. Ancak, son günlerde gündeme gelen, yazımızın da başlığını oluşturan “emsal kararlar” ‘da uyuşmazlığın ayıp sebebiyle doğmuş olma ihtimali göz ardı edilerek sırf cezai şart ve cayma bedeli kavramları üzerinden yorumlanması yanlışlıklara sebebiyet verecektir.

Hukuktaki bu iki kavramın yanlış anlamlandırılması, gerçekten de aynı hukuk düzenini paylaşan “milyonlarca kişiyi” ilgilendirmektedir. 

 

 

Kaynakça: