Doğrudan Doğruyalık İlkesi ve Adil Yargılanma Hakkı: Anayasa Mahkemesi Kararı Işığında Bir Değerlendirme

Doğrudan Doğruyalık İlkesi ve Adil Yargılanma Hakkı: Anayasa Mahkemesi Kararı Işığında Bir Değerlendirme


Doğrudan Doğruyalık İlkesi

Adaletin temel prensiplerinden biri olan adil yargılanma hakkı, hem ulusal mevzuatımız hem de uluslararası hukuki düzenlemeler tarafından güçlü bir şekilde korunmaktadır.

Ne var ki yargılama süreçlerinde sıklıkla karşılaştığımız ve esasen birçoğumuz tarafından tepki ile karşılanan bir durumu; doğrudan doğruyalık ilkesi ve mahkeme heyetinde sürekliliğin sağlanamamasının adil yargılanma hakkını nasıl etkilediğini; Anayasa Mahkemesi 15.02.2024 karar tarihli Erdal Sonduk başvurusu ile ele almış ve bu karar 15.11.2024 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

Anılan karar doğrultusunda süreci yeniden ele almak ve yüksek mahkemenin de değindiği hususularla değerlendirme ihtiyacı doğmuştur.

Başvuru Konusuna Kısa Bir Bakış

Mahkumiyet hükmüne belirleyici ölçüde esas alınan iddia tanıklarının nihai kararı veren heyet tarafından dinlenmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içerir başvuru konusu davada;

  • Başvurucunun aralarında kişisel ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle birleştirilen yargılaması kapsamında Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen yargılamanın;
    • İlk celsesinde sanık tarafından savunma yapılmış, katılan tarafça iddia ve şikayetler dile getirilmiş;
    • Sanık ve müdafiinin de hazır bulunduğu İkinci celsesinde yedi tanık dinlenilmiş;
    • Devam eden üçüncü, dördüncü ve beşinci celselerde her iki tarafın toplam dokuz tanığı beyanda bulunmuş;
    • Tanıkların dinlendiği ikinci ve üçüncü celsede heyette değişiklik olmamasına rağmen dördüncü ve beşinci celselerde başkan ve bir üye sabit kalmış, diğer üye değişmiş;
    • Altıncı ve sekizinci celselerde dosyadaki eksikliklerin giderilmesi yoluna gidilmiş,
    • Yedinci celsede bir tanık daha dinlenilmiş;
    • İkinci ve sekizinci celselik süreçte mahkemenin başkanı ve bir üye hariç diğer üyede devamlı değişiklikler yaşanmış;
    • Dokuzuncu celsede ise mahkeme başkanı değişmiş;
    • Hüküm celsesinde (onuncu celse) ise değişen başkanın başkanlığında karar verilerek başvurucu bir kısım suçlar yönünden beraat verilmiş ise de temel suçlar yönünden sanığın cezalandırılması yoluna gidilmiş ve dahi cezalandırmaya konu asıl suçlar yönünden ikinci-üçüncü ve dördüncü celsede dinlenen tanık anlatımlarına atıfla gerekçelendirmeye gidildiği anlaşılmıştır.
  • Başvurucu sanık, işbu durumu ve ihlali istinaf sürecinde dile getirmiş olmasına karşın, istinaf başvurusu esastan reddedilerek cezalar kesinleşmiştir.

Adil Yargılanma Hakkının Hukuki Dayanakları ile İlgili Mevzuat Hükümleri ve Emsal Kararlar

Malumları olduğu üzere; adil yargılanma hakkı gerek iç hukuk gerekse de evrensel yargı kuralları ve kabulü doğrultusunda güvence altına alınan en temel haklardan biri olup;

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS): Adil yargılanma hakkı, AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenmiş ve herkesin bağımsız ve tarafsız bir mahkemede davasının makul bir süre içinde görülme hakkı olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm, özellikle yargılama sürecindeki hakimlerin sürekliliğini ve delillere doğrudan temasını güvence altına alır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası: Anayasa’nın 36. maddesi, hak arama özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını güvence altına alırken; 138. maddesi yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını vurgular. Yargılamada süreklilik sağlanamaması ile doğrudan bu maddelerin ihlali riskini taşımaktadır.

Yine somut olay yönünden “Karar”da da bahse konu edildiği haliyle; bu düzenlemelerle doğru orantılı olacak şekilde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delilleri Takdir Yetkisi” başlıklı 217’nci maddesinde açıkça “Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir.” denilmektedir.

Bu temel normlardan hareketle gerekçelendirme içerir Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.02.2014 tarih ve 2013/4-242 E. – 2014/79 K. sayılı içtihatında ve yine aynı doğrultudaki Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19.06.2018 tarih ve 2017/11-201 E. – 2018/299 K. sayılı içtihatında

“..Ceza muhakemesi hukukumuzda duruşmanın doğrudan doğruyalığı (yüzyüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup, hüküm verecek olan mahkeme hakimi sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya gelecek, herhangi bir vasıta olmadan örneğin beyan delilini dinleyecek ve belge delilini okuyacaktır. Böylece, belirtilen ilkeler ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddesinde yer alan ‘adil yargılanma’ hakkının temel gerekleri ve CMK’nın 217.maddesi uyarınca hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilecektir. Bu nedenle kural olarak sanık, tanık ya da bilirkişiler mahkeme huzurunda dinlenecek ve daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmeyecektir. …”

değerlendirmelerine yer verilmiş iken Yargıtay 6.Ceza Dairesinin 09.11.2017 tarih ve 2014/9104 E. – 2017/4340 K. ; Yargıtay 3.Ceza Dairesinin 28.11.2013 tarih ve 2012/31423 E. – 2013/43073 K.,  26.10.2023 tarih ve 2022/28090 E. – 2023/80204 K. sayılı ve sair ilamlarında ise özetle “Ceza yargılamasında doğrudan doğruyalık ve sözlülük ilkelerinin esas alındığı, hüküm verecek olan mahkeme hakiminin sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya geleceği..” hususuna yer verilmiştir.

Peki, Doğrudan Doğruyalık İlkesi Neden Kritik?

Anayasa Mahkemesi’nin bahsedilen kararında doğrudan doğruyalık ilkesine ilişkin değerlendirmesi şu ana noktaları öne çıkarmaktadır:

  • Bu ilke, yargıçların delilleri doğrudan gözlemleyip değerlendirmesini ve kararı bu temel üzerine inşa etmesini gerektirir. Özellikle sözlü beyanlar ve tanık ifadeleri gibi dinamik delillerin etkili şekilde değerlendirilmesi için hayati öneme sahiptir.
  • Karar, mahkeme heyetindeki değişikliklerin, delil değerlendirme sürecinde doğrudan temas eksikliği yaratabileceğini ve bunun da yargılamanın dürüstlüğüne zarar verebileceğini belirtmiştir.

Heyet Değişikliğinin Adil Yargılanma Hakkına Etkisi

Kararın detaylarında, mahkeme heyetindeki değişikliklerin adil yargılanma hakkını nasıl ihlal edebileceği geniş kapsamlı bir şekilde tartışılmıştır. Özellikle şu hususlar dikkat çekmiştir:

  • Hakim Sürekliliği/Heyet Değişikliği: Bir yargıcın davanın başından sonuna kadar görev yapması, tarafların adalet duygusunun korunması açısından zorunludur. Bu sürekliliğin sağlanamaması, tarafların mahkemeye duyduğu güveni zedeler.
  • Delillerin Sağlıklı Değerlendirilmesi: Özellikle karmaşık davalarda, bir önceki heyet tarafından değerlendirilen delillerin yeni bir heyet tarafından tam anlamıyla kavranamaması riski doğar.

Elbette her somut olay yönünden ayrıca değerlendirilmesini gerekli kılan bu konuya dair kararda tek başına adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılması için yeterli olmayıp hakim değişikliklerinin yargılamanın bir bütün olarak hakkaniyetini zedeleyip zedelemediğine ve bu kapsamda telafi edici güvencelerin sağlanıp sağlanmadığına bakılması gerektiğine de işaret edilmiştir.

Sonuç: Adaletin Teminatı Sürekliliktir

Adil yargılanma hakkı, yargı sürecinin her aşamasında korunması gereken bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, yargılamalarda süreklilik ilkesinin önemini bir kez daha vurgularken, heyet değişikliğinin adaletin tecellisi üzerindeki etkilerini açıkça gözler önüne sermektedir.

İstisna olması gereken heyet değişikliği uygulamaları “heyet değişikli nedeniyle önceki kayıtlar okundu.” denilerek sıradanlaştırılmadan; doğrudanlık ve süreklilik ilkelerine daha fazla dikkat çekmek adalet sistemimize olan güveni artıracak önemli bir adım olacaktır.