Paris İklim Anlaşması, Facebook Bilgi Uçuranı, Pandora Belgeleri ve Basının Geri Dönüşü

Paris İklim Anlaşması, Facebook Bilgi Uçuranı, Pandora Belgeleri ve Basının Geri Dönüşü


Bugün Resmi Gazete’de yayımlanan 7335 sayılı Kanun ile Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı “beyan” ile (1) onayladı. TBMM Çevre ve Dışişleri Komisyon’larından aynı gün ve oybirliğiyle geçen Kanun teklifinin, ertesi gün TBMM Genel Kurulu’nda onaylanıp Cumhurbaşkanı tarafından imzalanması, üç gün içinde onay sürecinden geçmesi, hepimizi çok sevindirdi. 

Şimdi ne yapılması gerekiyor?

Uluslararası hukukta önemli yer tutan çevre anlaşmalarının en büyük sorunu “uygulanabilirlik”. Rio Konferansı’nın yapıldığı 1992 yılında, dünyada toplam karbondioksit emisyonları 20 milyar giga ton seviyesindeyken (20.5 Gt) Paris İklim Anlaşması’nın imzalandığı 2015 yılında emisyonlar 32 milyar giga tona (32.2 Gt) ulaştı. Eğer, bu süreçte imzalanan sözleşmeler dünya ülkeleri ve vatandaşları tarafından uygulanmış olsaydı, bütün dünya olarak bu seviyede bir emisyon artışı ile karşı karşıya kalmamız söz konusu olmayacaktı. Dolayısıyla, metin olarak değil ama “irade” olarak çok önemli olan Paris İklim Anlaşması’nın ardından, uygulanır bir anlaşma olabilmesi için atılması gereken somut adımlar var. 

TBMM İklim Komisyonu bir çalışma yapıyor; raporu şu ana kadar açıklanmalıydı. Komisyon’un hazırlamakta olduğu raporun bir an önce yayınlanması ve ardından İklim Kanunu başta olmak üzere gerekli yasal düzenlemelerin, şeffaflık ve katılım temelinde hazırlanması, yürürlüğe sokulması gerekiyor. 

Yanı sıra, Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 1993 ve 1998 tarihli iki sözleşme var: Çevrenin Ceza Hukuku ile Korunmasına İlişkin Sözleşme ile Tehlikeli Faaliyetlerden Dolayı Çevreye Verilen Zararlar İçin Hukuki Sorumluluklar Sözleşmesi (Lugano Sözleşmesi). Bu iki Avrupa Konseyi sözleşmesi, yeterli sayıda ülke tarafından imzalanıp onaylanmadığı için henüz yürürlüğe girebilmiş değil.

TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türk Delegasyonu üyesi Ziya Altunyaldız tarafından hazırlanan “İklim Değişikliğinin Cezai ve Hukuki Sorumluluklar Bağlamında Ele Alınması” başlıklı raporun 29 Eylül 2021 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclis’inde kabul edilerek tavsiye kararına dönüşmesi de bu açıdan önemliydi. Rapor ile iklim değişikliğine sebep olanların yaptırımlar ile cezalandırılması ve iklim değişikliğinin yol açtığı zararların tazmini konusunda Avrupa Konseyi üyesi ülkelere tavsiye veriliyor.

Şimdi Kasım’da Glasgow’da yapılacak COP 26 (Taraflar Konferansı 26) toplantısında Türkiye Cumhuriyeti de masada olacak. Çevre meselesinin yeni bir tür kolonizasyona dönüşmemesi için Türkiye gibi bir ülkenin süreçte yer alması önemli. Zira, bugüne kadar (özellikle 1850’ler ile başlayan sanayileşme dönemi ile birlikte) Dünya’nın sahip olduğu toplam karbon emisyon bütçesinin neredeyse üçte ikisini kendi konforları için ve kimseye hesap vermeksizin tüketen ve de onca söylem, beyana rağmen tüketmeye devam eden ABD ve AB’nin söylemleri oldukça ikiyüzlü bulunuyor uluslararası toplumda. 

İkiyüzlülükten bahsetmişken, çok değil 4-5 yıl öncesine kadar, demokrasinin vazgeçilmez araçlarından birisi olarak, totaliter sistemlerin egemen olduğu coğrafyaların “özgürleşme” aracı olarak lanse edilen başta Facebook olmak üzere sosyal medya şirketlerinin, bugünki algıları ne kadar değişti, değil mi?

Sosyal medyanın, adıyla söylemek gerekirse, en karanlık şirketi olan Facebook, yakın zamana kadar çalışanı iken bugün “bilgi uçuran”(whistleblowing) olmayı seçerek, bazı Amerikalı senatörlerin deyişi ile “Yeni Nesil Amerikan Kahramanlarından” birisi haline gelen Frances Haugen’in ifşaları ile sarsılıyor. Üstelik de bu kez durum “farklı”. Şirketten ayrılırken yanına epey “belge” alan Haugen, bu belgeleri The Wall Street Journal gazetesine vererek, ifşa edilmesini sağladı.

Wired dergisinde yer alan bir habere göre; Facebook’un insanlık için daha iyi bir platform haline gelmesi için çalışan/istihdam edilen ekibin bir parçası iken, yaklaşık iki yıl çalıştıktan sonra bunun imkansız bir hedef/iş olduğu sonucuna vararak ayrılan Haugen, Facebook’un sürekli olarak kendi çıkarları lehine çözümler ürettiğini, ürünlerinin çocuklara zarar verdiğini, toplumda ayrışmayı körüklediğini, demokrasiyi zayıflattığını; bunları bilmesine rağmen bir şey yapmadığını söylüyor. 

Haugen tarafından şirketten alınarak The Wall Street Journal gazetesine verilen şirket içi belgeler de önemli raporlar var. “Facebook Dosyaları” adıyla anılan gazetede yayımlanan bu raporlarda yer alan bilgilere göre;

Facebook tarafından yapılan algoritma değişikliği yalan haberleri, öfkeyi ve diğer olumsuz içerikleri artırdı. O kadar ki, Avrupalı siyasi partiler/siyasetçiler, insanların paylaşımlarında yer alabilmek için daha aşırı söylem/tutum sergilemek zorunda hissettiklerini söylediler. Benzer şekilde, Facebook’un “XCheck” programının dünya çapında milyonlarca VIP kullanıcısına nasıl daha esnek kurallar uyguladığını belgeliyor; bu kullanıcılardan bir kısmı, platform kurallarını açıkça ihlal eden içerikleri bile yayımlama özgürlüğüne sahip.

ABD’de tütün şirketlerine, özellikle tarımda kullanılan kimyasal ürünler geliştiren, satan şirketlere karşı açılan ve inanılmaz yüksek tazminat miktarları ile sonuçlanan davaları anımsayalım. İnsanların sağlığına fiziken, görünür zararlar veren bu şirketler, bilgi uçuranların öncülüğünde, bizzat kendi ürünleri ile ilgili hazırlatıp sümen altı ettikleri, ürünlerin insanlara nasıl zarar verdiğini gösteren raporlar sayesinde “hesap vermek” zorunda kalmadılar mı? Facebook başta olmak üzere sosyal medya şirketlerinin ayrıcalığı ya da farkı nedir?

Facebook ve aynı ailenin ürünü Instagram’ın insanlara, çocuklara, özellikle de kız çocuklarına zarar verdiğine dair raporlar söz konusu. Demokrasiyi çürüttükleri ise, yalan haberler ile öfkeyi çoğaltıp toplumda ayrışmayı teşvik eden ve bundan siyasi sonuçlar elde edilmesinin güzel bir örneği olan Cambridge Analytica skandalı ile sabit. 

Ayrımcılığı, nefreti, aşırılığı, şiddeti, uzlaşmazlığı teşvik ederek daha fazla gelir getiren algoritmaları bilerek tercih eden bu şirket ve diğerleri, topluma ve bireylere verdikleri zararları ödemek zorundalar. Şimdi hesap vakti. Nasıl iklim değişikliğine sebep olan fosil yakıt şirketleri bugün iklim davaları ile hesap verilebilirliğe zorlanıyorsa, Facebook ve Instagram başta olmak üzere, aynı etik dışı zihniyetle ilerleyen ve bugün esasında “kendilerine ait olmaması gereken maddi değerlere” erişmiş şirketleri, geçte olsa yargının önüne çıkmalılar. 

Bu işin bir diğer yönü de; basını, özellikle de yazılı olanı bitireceği öngörülen sosyal medya, yok etmeye çalıştığı basının, daha da güçlü bir şekilde geri dönüşüne zemin oluşturabilir mi? Hesap verilebilirlikten uzak, kuralsız bir anarşi ortamı olan sosyal medyanın aksine, her haberi için hesap vermekle yükümlü ve etik kurallara göre çalışan basın organları, Facebook ifşasına yer verirken, haberciliğin ne demek olduğunu bir kez daha anımsattı bize.

Basından umutlanmamıza neden olan bir diğer gelişme, ifşa süreci de; Panama belgeleri ile (2016) ortalığı sarsan gazeteci ekibinin, bu kez de Pandora’nın Kutusu’nu açmış olmaları. Gelir eşitsizliğinin, ayrımcılığın giderek arttığı 2000’li yılların türedi zenginleri, patronları, mafyası, Avrupa’nın seçimle işbaşına gelen politikacı elitleri, dünyanın seçimle iş başına gelmeyen despotları, sporcuları, ünlülerinin nasıl da kendilerine çalıştıklarını binlerce belgeyle ortaya koydular.  

Bu kişiler; kendi yasal, yasal olmayan gelirlerini vergiden muaf kılmak için vergi cennetleri olarak tarif edilen küçük ülkeler, ada devletçiklerinde şirketler kurup, bu şirketler üzerinden işlemler yapıyorlar.

Modern dünyada demokrasiler ne kadar “kurallı” da olsa, hukuk devleti ne denli sıkı da örgütlense, asıl hesap vermesi, şeffaf olması gereken bu kişilere tanınan sıra dışı bir avantaj olarak bu vergi “adaları” varlığını sürdürdükçe, buralara sığınma imkan, kapasite ve malvarlığı olmayan yurttaşların “eşit haklara sahip yurttaşlar” olabilmeleri mümkün müdür?

Devletler, neden alenen vergi kaçırma suçu işleyen, topluma karşı yükümlülüklerinden ahlaka aykırı bir irade ve yöntem ile kurtulmak isteyen bu kişilere karşı harekete geçmez? Neden vergilerini ödemeyenler “vergi yüzsüzü” olarak topluma ifşa edilirken, bu kişilerin üzeri örtülür? Bu kişilerin eylemleri, sahta fatura düzenleyen, yargılanıp hapis cezaları alan esnafların eylemlerinden daha mı hafiftir? Daha az mı zararlıdır kamu bütçesine? Bu ayrımcılık, bu etik dışı muafiyet uygulaması demokrasiyi güçlendirmekte midir? 

Nedir eylemsizliğin sebebi?

Karar alıp uygulama yetkisine sahip kişilerin de cennetlerde dolaşanlardan olması olabilir mi? Üzerine düşünmek gerekir. 

Yeri gelmişken, eylemsizlikten bahsederken; zamanında bazı kamu kurumlarına, o zamanlar ülkemizde epey etkin, faal olan Dünya Bankası uzmanlarının yönlendirme ve teşvikleri ile vergi cennetlerinde şirketler kurdurulmuş olmasını da anımsamamak olmaz. Bunlardan birisi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) ait olan Turkish Petroleum Int. Company (TPIC). 

2017 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararı ile TPAO’ya bazı hak, araç ve ekipmanlar, bedelsiz bir şekilde bu şirkete aktarıldığında, dava açılmıştı. İngiliz tabiyetinde, İngiliz hukukuna tabi Jersey adasında kurulu olan TPIC şirketine, bir kamu şirketi edasıyla aktarım yapılması gibi hukuk ile izahı bulunmayan bu işlem, Danıştay 10.Dairesi çoğunluk görüşü ile hukuka “uygun” bulundu. Vergi cennetinde, İngiliz hukukuna tabi olacak şekilde kurulan bir şirketin, Türk İdare Hukuku uyarınca“genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri ve diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri”nden birisi olduğu kabul edilebilir mi? Edildi. 

Bütün bunları akla getirecek gazetecilerin varlığı, gelecek için bir umut olduğu kadar, ülkemizde bu evsafta gazetecinin mumla aranıyor olması da bir o kadar üzücü. Toplumu iki kutba ayırma işlevi gören, gerçeklerden uzak, haberci bilgisi, etiği, çabası kalmamış, kampının askeri konumundaki kıymetleri kendilerinden menkul “militanlarla” dolu “basın” organları, hepimizi köreltiyor. Kendinde olan olumsuzluğu “örtüp”, karşı kampta olanı “abartarak” sunmayı gazetecilik sayan, haber yerine gerçeğe dayanmayan yorumlarla kitlesini safta tutmaya çalışanların egemenliği devam ettikçe, iş başa düşecek gibi. 

 

 

 

Not:

(1) Türkiye Cumhuriyeti Paris Anlaşması’nı “Türkiye Cumhuriyeti, 9 Mayıs 1992 tarihli Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması’nda açıkça ve kesin olarak kabul edilen “hakkaniyet, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreli kabiliyetler” temelinde ve Sözleşme’nin Taraflar Konferansı’nda kabul edilen 26/CP.7, 1/CP.16, 2/CP.17, 1/CP.18 ve 21/CP.20 sayılı kararlarını hatırlatarak, Paris Anlaşması’nı gelişmekte olan bir ülke olarak ve ulusal katkı beyanları çerçevesinde, Anlaşma’nın ve mekanizmalarının ekonomik ve sosyal kalkınma hakkına halel getirmemesi kaydıyla uygulayacağını beyan eder.” beyanı ile onaylamıştır.

 

Görseller;

An artist’s impression of Columbus arriving in America by Wilhem Berrouet. 

1899 drawing depicts Uncle Sam disciplining his newly acquired pupils/possessions, including Puerto Rico, following the Treaty of Paris.