Suriye Tarafından Düşürülen Uçakta Bulunan Pilotların Yakınları Tarafından Açılan Tam Yargı Davasında Sürenin Olay Tarihinden Başlatılması Mahkemeye Erişim Hakkının İhlalidir
Anayasa Mahkemesi’nin 13 Aralık 2019 Cuma günlü Resmi Gazete’de yayımlanan kararı ile, tam yargı davalarında dava açma süresine dair önemli bir ilkeye atıf yapıldı. Suriye devlet güçleri tarafından açılan ateş sonucunda düşen uçakta bulunan iki pilotun yakınları tarafından idarenin hizmet kusuru temelinde açılan tam yargı davasının süreden reddedilmesini mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendiren AYM, pek çok dava için örnek olacak bir yaklaşım sergiledi.
Olayı kısaca anımsamak gerekirse; hava pilot yüzbaşı Gökhan Ertan ile teğmen Hasan Hüseyin Aksoy’un uçağı 22.06.2012 tarihinde Suriye devlet güçleri tarafından açılan ateş sonucu düşürülmüş ve pilotlar şehit olmuştur.
Olayın akabinde Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından soruşturma başlatılmış ve 20.02.2014 tarihinde düzenlenen iddianame ile subay rütbesindeki birden fazla askeri personel hakkında taksirle ölüme neden olma, gerçeğe aykırı rapor düzenleme, görevi kötüye kullanma gibi fiiller nedeniyle kamu davası açılmıştır.
Açılan kamu davasına davet edilen şehit yakınlarına 11.04.2014 tarihinde yapılan birinci duruşmada iddianame elden tebliğ edilmiştir. Ölüme neden olan olayla ilgili idare kusur ve sorumluluğunu iddianameyi tebliğ aldıkları 11.04.2014 tarihinde öğrenen şehit yakınları, takip eden bir yıllık süre içerisinde, ölüm olayı nedeniyle uğradıkları zararın giderimi için Milli Savunma Bakanlığına başvuru yapıp, taleplerinin zımnen reddi üzerine de Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde tam yargı davası açarlar.
Davaları inceleyen AYİM 2.Dairesi, her iki davayı da süreden reddeder. AYİM’e göre; idari eylemlerden hakları ihlal edilenlerin yazılı bildirim veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir (1) ve her halde eylem tarihinden itibaren beş (5) yıl içerisinde yetkili makama başvurarak haklarını talep etmeleri, istekleri reddedildiği taktirde ise altmış (60) gün içinde dava açmaları gerektiği, şehit yakınlarının uçağın düştüğü 22.06.2012 tarihinde olaydan ve zarardan haberdar oldukları, bu tarihten itibaren bir yıl içinde, yani 22.06.2013 tarihine kadar başvuru yapıp dava açmaları gerekirken, bu süre geçirildikten sonra, kamu davası açılmasını müteakip açılan dava süresinde açılmamıştır.
Süre ret kararlarına karşı yapılan itirazlar da reddedilerek kesinleştikten sonra şehit yakınları 2016 yılında AYM’e bireysel başvuru yaparlar.
AYM, Danıştay 10.Dairesi’nin konu ile ilgili üç kararını alıntılar. Bu kararlarda,
.. kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın kamu görevlisinin kişisel kusurunda mı görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenlerle 2577 sayılı Kanun’un 13.maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyebileceğini belirtmek gerekir. (2011)
… Uyuşmazlıkta tazmini istenilen zarar, idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, davacıların kardeşinin Şanlıurfa Kapalı Cezaevi’nde meydana gelen olaylar sonucunda 16.06.2012 tarihinde çıkan yangına hayatını kaybetmesinde davalı idareye yüklenebilecek hizmet kusurunun varlığı, idarenin bir kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır. … Dolayısıyla davacıların yakınının hayatını kaybetmesinde eylemin idariliğinin bulunup bulunmadığı, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı’nca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile kesinlik kazanmıştır. Bu durumda olayda eylemin idariliğinin kesin olarak ortaya çıktığı tarihin, … kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın verildiği tarih olması nedeniyle bir yıllık sürenin de bu tarihten itibaren başlayacağı açıktır. (2017)
denilerek, yıllardan bu yana istikrarlı bir şekilde uygulanan içtihat ortaya konulmuştur.
AİHM’in “tazminat davasının ileri sürülen bir kusur veya ihmale dayandığı durumlarda başvurucunun yanlınca bu kusur veya ihmalin sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir”, şeklindeki 2015 tarihli Yeşilkaya/Türkiye kararına da atıf yapan AYM; idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada idari eylem, zarar ve zararla idari eylem arasında illiyet bağının da bulunması gerektiği, bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihten sonra başlayacağını vurgulamıştır.
Bu yaklaşımla somut olayı ele alan AYM; başvurucuların askeri personel hakkında kamu davası açıldığını öğrendikleri 11.04.2014 tarihine kadar ölüm olayına sebebiyet veren olguya, eylemin idariliğine dair bir bilgiye, veriye sahip olmadıkları, ölüm olayında yabancı devlet saldırısının yanında idareni de kusur veya ihmal ile dahlinin bulunduğunu, zararla idari eylem/eylemsizlik arasında illiyet bağı olduğunu ölüm olayıyla öğrendiklerinden söz edilemeyeceğini, bu nedenle olay tarihinden itibaren bir yıl içinde dava açmalarının beklenmesinin başvuruculara orantısız bir külfet yüklenmesi anlamına geleceği, sonucuna varmıştır.
Bu gerekçeyle, Askeri İdare Mahkemesi’nin dava açma süresinin belirlenmesine ilişkin yorumunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğunu ve bu yorumun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede güçleştirerek neredeyse imkansız hale getirdiğini kabul eden AYM, olayda Anayasa’nın 36.maddesinde güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine hükmederek, yeniden yargılama yapılmak üzere, AYİM’in kapatılmış olması nedeniyle dosyanın yetkili idare mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 7 Kasım 2019 tarihli bu kararı hak, adalet ve hakkaniyet temelli bir karardır. Klasik idare hukuku uygulamasında, son derece kısıtlı hak öznesi olarak görülen yurttaşların, aşırı şekilcilik içerir kurallarla mahkemeye erişim hakkından yoksun bırakılmaları, hukuk devleti ilkesinin tam ve etkin bir şekilde yaşama geçirilmesini engelleyen bir eşitsizliğe yol açıyordu.
Çoğu durumda idarenin bizzat kendisinin yetkili, görevli yargı organı ve yargı yolu konusunda tereddüte düştüğü durumlar giderek çoğalırken, hak kaybına neden olacak bir şekilcilik ile hareket edilmesi nihayetinde adil yargılama imkanını kısıtlayacaktır.
Ötesinde Anayasa’nın “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40.maddesine 2001 yılında eklenen hükme göre, “devlet, işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır”. Devlete, yani idareye somut ve doğrudan bir yükümlülük getiren bu düzenleme, açıkça, işlem ve ispat yükünü tersine çevirerek, ilgililerin dava açabilmeleri için idarelerin kendilerine “kanun yolları, merciler ve süreleri” içerir bir bilgilendirme yapmasını şart koşmuştur. Yani, bu içerikte bir bildirim olmaksızın dava açma süresi işlemeye başla(ya)mayacaktır.
Anayasa’nın aktarılan hükmü ile birlikte, idare işlem ve eylemleri ile zarara uğrayan kişilere ve yakınlarına hakları ile ilgili bir bildirim yapılması zorunluluğu açıktır. Gelişen teknoloji ürünleri ile (e devlet gibi) Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm yurttaşlarına rahatlıkla erişebildiği, e tebligat ile trafik cezaları başta olmak üzere karar ve uygulamalarını iletebildiği de düşünüldüğünde, karmaşıklaşan yasal düzenlemeler ve uygulamalar nedeniyle yurttaşların hak kayıplarına ulaşmalarının engellenmesi amacıyla idarelerin anılan Anayasa hükmünü etkin bir şekilde uygulamak üzere bir çalışma yapması gerektiği düşünülmektedir.
O güne kadar da “usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten” kaçınarak, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amacına hizmet edecek bir yorumla dava açma süresinin belirlenmesi yerinde olacaktır.