Tekeller mi Küreselleşmeyi Küreselleşme mi Tekelleri Güçlendiriyor; Microsoft Örneği Üzerinden Küreselleşmeye İtirazları Anlamaya Çalışmak…
turk-internet.com‘un yeni bir haberinin başlığı; “Microsoft Türkiye’deki veri merkezlerini blokluyor ve Azure Network’ünden gelen saldırıları engellemiyor mu?” Okuduğumuzda; çoğu hizmet ve yazılım açısından tekel konumunda olan Microsoft ürünlerini kullanan, daha doğrusu kullanmak zorunda kalan Türk veri merkezi işletmecilerinin COVİD-19 salgını süresince ciddi sıkıntılar yaşadıklarını, hizmetlerinin “engellendiğini”, çözüm için Microsoft’a yaptıkları başvuruların cevapsız bırakıldığını öğreniyoruz.
İş o noktaya gelmiş ki, şikayetçi servis sağlayıcıları tarafından yapılan açıklamada; müşterilerine verdikleri e-posta servisi hizmetlerinin ciddi bir bloklama ile karşı karşıya olduğu, Cumhurbaşkanlığı genelgesi ile kamunun e-posta hizmetinin ülke içinde tutulması istenmesine rağmen, başta üniversiteler olmak üzere çoğu kurumun hala ABD’de yerleşik şirketlerden hizmet aldıkları, tekel konumundan alınan güçle, yerli servis sağlayıcılara bu tür engellemeler yapıldığı ve dijital iletişimin engellendiği, gibi ciddi ve ağır ithamlarda bulunuluyor.
Kişisel verilerin korunması düzenlemeleri kapsamında yurt dışına veri aktarımının eskisi kadar kolay ve istenilir olmadığı da düşünüldüğünde, siber güvenlikten kişisel verilerin korunmasına, oradan da rekabetin korunmasına kadar bir dizi etki alanı olan, önemli bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Microsoft, bir yandan son kullanıcıya ürün/hizmet sunarken, bir yandan da son kullanıcıya hizmet sunan servis sağlayıcılara, veri merkezi işletmecilerine lisanslı ürünler satıyor. Bunun için hazırlanan Microsoft hizmet sağlayıcı lisans sözleşmesi (SPLA) özellikle Türkiye’de yıllardan bu yana sıkıntı konusu. İçerdiği tek yanlı hükümlerle, veri merkezi işletmecilerini adeta Microsoft’un polisi olmaya zorlayan, ayrımcı fiyat ve denetim politikaları dayatan bu sözleşme nedeniyle, özellikle pazarlık gücü olmayan işletmeciler epey zorda.
Düşünün; siz Türkiye’de veri merkezi işletmeciliği yapıyorsunuz ve zorunlu unsur olarak Microsoft Azure ürünü kullanıyorsunuz. Lisans anlaşması (SPLA) imzalayacaksınız; müzakere şansınız yok, virgül değiştiremiyorsunuz. Metin hazır. Sözleşme’nin tarafı kim? Microsoft ve diğer teknoloji şirketleri tarafından “vergisel” avantajları için seçilen, İrlanda’da kurulu şirket. Hangi hukuka tabi? Türk hukukuna değil. Hizmet nerede veriliyor? Türkiye’de. Sizin adresiniz ve hizmet verdiğiniz yer olması dışında, sözleşmede Türkiye geçiyor mu? Hayır.
Üstelik, Microsoft hem toptan hem de perakende seviyede hizmet sunuyor. Yani, rekabet hukuku açısından ciddi önlemler alınması gerekiyor ama diyelim ki Rekabet Kurumu soruşturma başlattı; en önemli delil toplama aracı olan yerinde incelemeyi kullanabilecek mi? Bir gün sözleşmenin tarafı olan Microsoft İrlanda’nın kapısını çalıp, “ben geldim, soruşturma yapacağım, lütfen bilgisayarlarınızı bizim denetimimize bırakın, tüm yazışmalarınızı inceleyeceğiz” deyip delillere erişebilecek mi?
Küreselleşme ile gelirlerinin önemli bir kısmını menşei ülkeleri – genellikle ABD- dışında elde eden bu şirketler, ne yazık ki, faaliyette bulundukları, hizmet sundukları, gelir elde ettikleri ülkelerin pek çoğunda yasal olarak kayıtlı olmadıklarından, herhangi bir hukuki sorumluluk taşımaksızın ticaret yapabilir haldeler. Küreselleşme ağı, tek tek bireylerin dolaşımında ne kadar sıkı, geçit vermez kurallara tabi ise, büyük büyük şirketlere de her tür hareket kolaylığını veren bir esnekliğe sahip.
Bu esnekliklerden yararlanarak, küreselleşme ile büyüyen ve tekele dönüşen teknoloji şirketleri, içinde bulunduğumuz günlerde ciddi bir güç zehirlenmesi yaşıyorlar.
Biraz geriye dönelim. Aralık 2019’da, Rekabet Kurumu, Yandex’in başvurusu üzerine Google’a 93 milyon liralık bir para cezası uygulayınca, ne olmuştu? Google hemen bir mektup hazırlayıp, 12 Aralık tarihinden sonra Türkiye’de satılan Android işlemcili telefonlarda kendi programlarının lisansını iptal ettiğini duyurmuş, Rekabet Kurulu kararı geri çekilmediği taktirde Türkiye pazarından “çıkabileceği” uyarısını yapmış, deyim yerindeyse, Türkiye’yi tehdit etmişti.
Biraz daha geriye gidelim. ABD-Venezuela ilişkilerinin kötüleştiği dönemde, ABD hükümeti tarafından alınan “yaptırım” kararı sonrasında, Adobe, 28 Ekim 2019’dan itibaren Venezuela’daki ücretli-ücretsiz tüm hesapları devre dışı bırakacağını, yani ücret ödeyip lisans almış da olsalar, Venezuela’dan kimsenin Adobe ürünlerini kullanamayacağını açıkladı. Bu açıklamadan bir süre sonra, Suriye yüzünden Türkiye-ABD ilişkileri bozulduğunda, Trump bir twit atarak, “Türkiye benim büyük ve eşsiz bilgeliğimin sınırlarını aşmayı düşünürse, Türkiye ekonomisini tamamen imha edeceğim!” demesi de manidar olmuştu.
Anılan dönemde, Füsun S. Nebil’in durumu analiz eden bir yazısında, ülkemizde ilk 500’e giren firmaların neredeyse %80’inin Microsoft Azure, Amazon web services (AWS) gibi yabancı bulut kullandığı, ulusal düzeyde bütüncül bir bilişim stratejisi geliştirilmesinin artık bir zorunluluk olduğunu vurgulamak zorunda kalmıştı.
Daha da geriye, Bill Gates’in zaman zaman Türkiye’yi ziyaret ettiği, bu ziyaretler sonrası kamunun neredeyse tamamında Microsoft ürünlerinin kullanımının yaygınlaştığı, hatta TBMM’nin o dönemde (2016) sahip olduğu 4600 bilgisayarda kullanılan Microsoft office yazılımları ve sunucu, işletim sistemi, veritabanı ve e-posta hizmetleri için 1.149.347,91 TL ödemek durumunda kaldığı günlere de dönebiliriz.
Meselenin özü değişmiyor, her bir örnekle sadece vurgu artıyor.
Geldiğimiz noktada, 90’lı yıllara damgasını vuran küreselleşme ile birlikte güç kazanan ve bugün dünyanın en büyük ilk 10 firmasının yarısını oluşturan, daha şeffaf, daha özgürlükçü bir dünya nosyonuyla insanların destek ve övgüsünü kazanan bilişim/teknoloji-teknoloji şirketlerinin, küreselleşmenin gediklerinden faydalanarak tekelleştikçe “iyi” pek çok özelliklerini geride bırakıp, tehlikeli birer organizasyona dönüşmeye başladıklarını söyleyebiliriz.
Küreselleşmenin “hep kazanan” tarafında yer alarak, kuralsız, karları kendilerine alıp, riskleri toplumlara dışsallaştırdıkları bir Dünya’da, diledikleri gibi davranıp, vergi vermeyen, gelirlerine oranla son derece düşük istihdam yaratan ve bir anlamda artan gelir eşitsizliğinin sorumlusu olan bu şirketler, artık şapkayı önlerine koyup, tekellerin kalıcılaştığı bir sistemde kimse için bir başarıdan söz edilemeyeceği gerçeğini özümsemelidirler.
Vatandaşlar, belli güce ulaşamamış, pazarlık gücü bulunmayan işletmeler devlete karşı özgürlük mücadelesi verip, hukuk devleti esasları içerisinde haklarını güvence altına alma deneyimine sahip. Bunun için anayasalar, evrensel hukuk kuralları, yeri geldiğinde uluslararası mahkemeler var. Ama hakların yeni muhatabı haline gelen, sanal dünya kimliklerinin neredeyse bir numaralı belirleyicisi olan bu “küresel faaliyet içindeki şirketlere” karşı, acaba başa mı döndük? Onlarla, iki eşit taraf gibi yasal, erişilebilir ve sürdürülebilir bir hak mücadelesine girişebilir miyiz?
Çok basit bir soru; Türkiye’de yerleşik, kayıtlı bir şirketi bulunmayan bir küresel servis sağlayıcıdan hizmet aldığımızda, o hizmetle ilgili en basit tüketici haklarımızı kullanmak aklımıza gelirse, bu mümkün olacak mı?
Google’dan e-posta hizmeti alıyoruz, veri ihlali oldu -ki sürekli oluyor- Google yeterli tedbirleri almadığı için kişisel verilerimiz çalındı kullanıldı ve zarara uğradık; Google’a, kendi ülkemizde, kendi kurallarımız, hukukumuzla dava açıp tazminat isteyebilecek miyiz?
Netflix abonesi olduk; cayma hakkımızı kullanabilecek miyiz?
Lisansını aldığımız bir program, çeşitli sebeplerle Türkiye’de hizmet vermeyi durdurdu. Ödediğimiz tutarı geri alabilecek miyiz? Nerede, hangi hukuka göre dava açacağız?
Devletin erişim engelleme kararlarına karşı yasal yollarımız- ne kadar etkili olduğu tartışmasına girmiyorum- belirli, gider dava açarız. Peki ya sosyal medya şirketlerinden birisi (Facebook, Twitter, Instagram) hesabınızı bloke etti, sanal kimliğinize erişemez hale geldiniz, bazı paylaşımlarınız kaldırıldı; kişilik haklarınızı korumak için ne yapabileceksiniz?
Bu şirketlerin yönetimleri tarafından, hangi algoritmalara dayalı işlediği kimse tarafından tam anlamıyla bilinmeyen “yapay zeka” uygulamaları ile oluşan bir olumsuzluk karşısında NE YAPABİLİRSİNİZ?
Dünya’nın pek çok yerinde, insanlar bu soruları sorup cevap bulamadıklarında, işte o zaman tüm bu teknolojik gelişmelere dayalı yeni küreselleşme sorgulanmaya başlıyor. Gelir dağılımı bozuldukça, bazı işler geri gelmeyecek, ikamesi olmayacak şekilde kaybolup gittikçe, daha rahat yaşamayı umup tam tersi bir yaşam temposuna maruz kaldıkça, kazananı ve kaybedeni hiç değişmeyen bu sisteme onay vermek güçleşmez mi?
Nihayetinde, petrol karteli ne kadar kötüyse insanlık için, onun yerini almaya başlayan teknoloji kartelleri de aynı ölçüde kötü olabilir, değil mi?