Termik Santral Emisyon Verileri Gizli Tutulması Gereken Ticari Sır Sayılabilir mi?
Bilimsel gelişmeler ışığında, kömürlü termik santraller tarafından salınan sera gazlarının iklim değişikliğinin başlıca sebeplerinden birisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Hal böyle olunca, bu santraller tarafından salınan sera gazları ile ilgili emisyon verilerinin kamuoyuna şeffaf bir şekilde açıklanması gereken veriler arasında olup olmadığı da önem kazanıyor. Zira, Paris İklim Anlaşması kapsamında, ülkelerin taahhüt ettikleri ulusal beyanlara ulaşıp ulaşamayacakları, bu santrallerin faaliyetleri ile yakından ilgili.
Buna karşın, ülkemiz uygulamasında, kömürlü santrallerin emisyon verilerine ulaşmak mümkün değil; zira, Bakanlık bu verileri “ticari sır” olarak kabul ederek, bilgi edinme istemlerini reddediyor. Yakın zamanda Afşin Elbistan’da faaliyet gösteren Çelikler Afşin Elbistan (A) Termik Santrali ile EÜAŞ Afşin Elbistan B Termik Santrali’ne ait verilerin yöre sakinlerine verilmesi istemiyle başlayan süreçte Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ısrarla bu savunmayı ileri sürdü.
Kömürlü termik santrallerde yakıt olarak linyit kullanımı çok yüksek miktarlarda kükürt dioksit (SO2), azot oksitler (NOx), karbon monoksit (CO), ozon (O3), hidrokarbonlar, partikül madde (PM) ve kül oluşumuna sebebiyet vermektedir. Bu nedenle, anılan emisyonların takibi ve diğer yasal işlemler için, Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği uyarınca, santraller bünyesinde Sürekli Emisyon Ölçüm Sistemi (SEÖS) kurulma zorunluluğu bulunmaktadır.
Mevzuat uyarınca kurulan SEÖS’ler ile emisyonların sürekli ve düzenli takibi, yine Yönetmelik ile belirlenen sınır değerlerin aşılıp aşılmadığı kontrol edilmekte, bu SEÖS verileri Bakanlık bünyesinde işlenmektedir. Anayasa’nın 56.maddesinde tanımlanan sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için, emisyon değer/verileri ile emisyon ölçüm raporları istenildiğinde, Bakanlık; bu tür SEÖS verileri ile tesisin çalışma/üretim zamanının tespiti, tesiste kullanılan yakıt miktarı, ürettiği enerji miktarı hesaplanabileceği için söz konusu SEÖS verilerinin ticari/endüstriyel veri olduğu, bu tür bilgiler, işletmenin rakiplerince bilinmesi halinde haksız rekabet ortaya çıkabileceği, savunmasını yapmaktadır.
Bu savunmanın, bahsi geçen verilerin 2016 yılından bu yana zaten bir başka platformda kamuya açıklanıyor olması karşısında, hiçbir hukuki geçerliliği bulunmadığı açık.
2013 yılında kabul edilen 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na dayanılarak 2015 yılında Enerji Piyasaları İşletme AŞ. (EPİAŞ) kurulmuştur. “Türkiye’nin enerji ticaretinde merkez ülke olma” hedefi doğrultusunda; enerji piyasalarının etkin, şeffaf, güvenilir ve sürdürülebilir biçimde işletilmesi ve geliştirilmesi için kurulan EPİAŞ, 2016 yılında “Şeffaflık Platformu“nu katılımcı ve kamuoyunun kullanımına sunmuştur.
EPİAŞ web sayfasından erişim sağlanan “şeffaflık platformu“nda elektrik üretimi ile ilgili genel ve şirket/santral temelli pek çok veriye yer verilmektedir. Sayfa açılış ekranında; gerçek zamanlı üretim, gerçek zamanlı tüketim, gün öncesi piyasası, gün içi piyasası ve dengeleme güç piyasası verilerine yer verilirken, aynı zamanda “piyasa mesaj sistemi” ile elektrik üretimi yapan şirketlerden gelen bilgiler kamuoyu bilgisine sunulmaktadır.
Yani, EPİAŞ tarafından kurulan şeffaflık platformunda, termik santrallerin, herhangi bir seçili zaman aralığında, toplam elektrik üretimleri, bu üretimi hangi kaynaktan elde ettikleri saat saat olacak şekilde kamuoyuna açıklanmaktadır. Üretim verileri yanında, santrallerin işletmecisi şirketler tarafından EPİAŞ’a bildirimi yapılan, aynı tarihler arasında santralde meydana gelen üretim aksaklıklarına dair bildirimler de mevcuttur. Bu çerçevede; saat saat üretim miktarları, santrallerin toplam kapasitesi, saat saat işletmedeki kapasiteleri, ne zaman ve ne arızası yaşadıkları, arıza/aksaklığın tam olarak ne zaman sonlandırıldığı, ne zaman üretime ara verildiği, ne zaman yeniden başlandığı gibi pek çok veri kamuya açıktır.
Gizli denilen bilgilerin zaten kamuoyuna açıklanıyor olması bir yana, ortada teknik anlamda, bir kanun hükmüne dayanan bir ticari sır olmadığını da vurgulamak gerekir.
4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu’nun 23.maddesinde yer alan “Kanunlarda ticari sır olarak nitelenen bilgi ve belgeler” ifadesi ile, ilgili Kanun’da açıkça “ticari sır” olarak tanımlanan bilgiler söz konusu olmalıdır. Buna karşın, Bakanlık, emisyon verilerinin ticari sır olduğunu ileri sürmekle beraber, herhangi bir Kanun hükmüne dayanamıyor olması, savunmayı dayanaksız kılmaktadır.
Emisyon verilerini ticari sır sayan bir Kanun hükmü olmadığı gibi, Çevre Kanunu’nun 30.maddesinde yer alan “Herkes, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında çevreye ilişkin bilgilere ulaşma hakkına sahiptir. Ancak, açıklanması halinde üreme alanları, nadir türler gibi çevresel değerlere zarar verecek bilgilere ilişkin talepler de bu Kanun kapsamında reddedilebilir.” hükmü ile çevreye ait her tür bilgiye erişim hakkı açıkça vurgulanmıştır. Bu yasal yükümlülüğün tek istisnası olarak, üreme alanları, nadir türleri koruyucu bilgiler gösterilmiştir. Yani, herhangi bir kanunda, çevreye dair bazı bilgilerin “ticari sır” olarak tanımlanması söz konusu olmayıp, aksine, çevreye dair bilgi edinme hakkının daha da geniş tutulmasını içeren bir Kanun hükmü mevcuttur.
Ayrıca, ticaret hukuku kapsamında, her tür verinin ticari sır sayılması da mümkün ve söz konusu değildir. Yargıtay kararları ışığında yapılan değerlendirmeler ile ticari sır; “Tacirin ticari faaliyetleri esnasında kullandığı, aynı olanağa sahip olmayan veya kullanamayan rakiplerine karşı kendisi için avantaj teşkil eden herhangi bir formül, düzen, model vs toplam bilgiler” olarak, yani; işletmelerin bünyesindeki know-how, icat, pazarlama stratejisi gibi araştırma-geliştirme emekleri ile oluşturduğu ve böylelikle kendisini rakiplerinden ayrıştırdığı veriler olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlama kapsamında, emisyon verilerinin ticari sır sayılması söz konusu değildir.
Bir başka açıdan, bu veriler, üstün bir anayasal hak kapsamında, ticari bilgi değil, çevresel bilgi olarak değerlendirilmelidir.
T.C. Anayasası’nın 56.maddesi gereği, her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı tanımlanmış olup, bu anayasal hak temelinde, her tür “çevresel bilginin” yurttaşların erişimine açık tutulmasında üstün kamu yararı bulunduğu tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesi’nin Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk başvurusunda (Başvuru no: 2013/6587) verdiği 24.03.2016 tarihli kararda, çevresel bilgiye erişimin önemi şu şekilde vurgulanmıştır;
61. Çevresel meseleler bağlamında kamusal makamların haiz olduğu geniş takdir yetkisi nedeniyle birçok uluslararası sözleşmede de çevre hakkı bağlamında ayrı ve açık usule ilişkin yükümlülüklere yer verildiği görülmektedir. Özellikle kalkınma ve çevrenin korunması arasındaki ilişkinin vurgulanması açısından dikkat çeken Rio Bildirisi’nin (10) numaralı ilkesinde, çevresel meselelerin ancak bütün ilgililerin uygun düzeydeki katılımları ile en iyi şekilde ele alınabileceği ifade edilmiş ve bu hususun temini noktasında, kamu makamlarının elinde bulunan çevreye ilişkin bilgilere uygun şekilde erişme, karar alma süreçlerine katılma ve yargısal ve idari işlemlere etkili şekilde erişim sağlanması hakkına yer verilmiştir (bkz. § 26). Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından 25/6/1998 tarihinde kabul edilen ve çevresel usule ilişkin hakların tanındığı ikinci ulusalüstü belge olan Aarhus Sözleşmesi’nin 4. ve 5. maddelerinde kamu makamlarının elinde bulunan çevresel bilgilere erişim hakkı, 6., 7. ve 8. maddelerinde çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı, 9. maddesinde ise çevresel meselelerde yargısal yollara başvuru hakkı açıkça tanınmıştır.
64. Söz konusu usule ilişkin haklar kapsamında, çevresel riskler konusunda ilgili idarelerin kamuyu bilgilendirme pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Özellikle çevresel bilgi edinme hakkı bağlamında yalnızca kamusal makamların uhdesinde bulunan bilgilerin değil, ilgili faaliyeti yürüten özel kişilerin elinde bulunan bilgilerin de erişime açılması gerektiği vurgulanmalıdır. Çevresel kirliliğin daha çok özel kişiler eliyle yürütülen faaliyetler bağlamında gündeme gelmesi bu hususu zorunlu kılmaktadır. Zira kamusal makamların çevresel kirlilik meselelerindeki sorumluluğu, genellikle temel hakların yatay uygulamasından kaynaklanmaktadır.
65. Erişmeleri sağlanan bilgiler doğrultusunda çevresel karar alma süreçlerine katılımlarının temin edilmesi gereken bireylerin, söz konusu süreçte hukuksal çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda yargısal yollara başvuru imkânının tanınması da önemli bir usuli yükümlülüktür.
Anayasa Mahkemesi, anılan kararında, Türkiye tarafından da imzalanan Rio Bildirisi hükmüne da atıfla, yurttaşların çevreye etkisi bulunan faaliyetler kapsamında, sadece kamuda değil özel şirket uhdesinde bulunan bilgilere erişiminin de olması gerektiğini, bu bilgilere erişim sağlanması yükümlülüğünün, Devlet’e getirilen pozitif bir yükümlülük olduğunu, açıkça ifade etmiştir.
Anayasa’nın 56.maddesi hükmü yanında, 06.10.2021 tarihli 7335 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunarak doğrudan iç hukukun bir parçası haline gelen Paris Anlaşması’nın 12.maddesinde de, “Taraflar, uygun şekilde, iklim değişikliği eğitimi, kamu farkındalığı, kamu katılımı ve kamunun bilgiye erişimini güçlendirmeye yönelik tedbirler alma konusunda işbirliği yapar ve bu Anlaşma kapsamındaki güçlendirme eylemleri için bu adımların önemini kabul eder.” hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile çevresel bilgiye kamunun erişiminin sağlanmasının önemi bir kez daha ifade edilirken, AB hukukunda da özellikle sanayi tesisleri emisyon bilgilerine erişimin ne denli önemli olduğuna dair bir dizi düzenleme mevcuttur.
AB hukukunda, emisyon verilerinin paylaşılmasında üstün kamu yararının bulunduğu kabul edilmektedir. 1367/2006 sayılı Aarhus Sözleşmesi’nin Uygulanmasına Dair AB Yönetmeliği’nin 6/1 hükmünde, açıkça ‘talep edilen bilgi çevreye salınan emisyonlara dair olduğunda, bu bilginin açıklanmasında üstün kamu yararının bulunduğu karine olarak kabul edilmelidir’, denilmiştir. Bu ilkenin tek istisnası olarak da ‘soruşturmanın gizliliği ve özellikle de birlik hukukunun muhtemel ihlaline dair soruşturmaların gizliliği’ belirtilmektedir.
Bu gerekçeyle istenilen çevresel bilgiye erişimin engellenmesi, aynı zamanda hak arama özgürlükleri ile mahkemeye erişim haklarını da ihlal etmektedir.
Anayasa’nın 56.hükmü doğrultusunda hazırlanan Çevre Kanunu’nun 8.maddesinde “kirletme yasağı” başlığı ve 28.maddesinde ”kirletenin sorumluluğu” başlığı ile yapılan düzenlemeler ile; çevreyi kirletmenin yasak olduğu, çevreyi kirleten/bozanların kusursuz sorumluluk hükümleri uyarınca zararı gidermekle yükümlü oldukları ortaya konulmuştur. Bu maddeler çerçevesinde, çevresel bozulmadan zarar gören kişilerin dava hakkını kullanabilmesi için, bunu gösterir çevresel bilgilere erişiminin bulunması gerektiği, açıktır.
Benzer şekilde, Türk Borçlar Kanunu‘nun “tehlike sorumluluğu ve denkleştirme” başlıklı 71.maddesinin ilk fıkrasında, “Önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletmenin faaliyetinden zarar doğduğu takdirde, bu zarardan işletme sahibi ve varsa işleten müteselsilen sorumludur.” denilerek, tehlike arz eden bir işletmenin faaliyetinden kaynaklanan zarardan, genel hükümler doğrultusunda sorumluluk hali düzenlenmiştir. Bu hükümler gereği, yurttaşların, yaşam alanlarına etki eden sanayi faaliyetlerinden kaynaklı bilgilere erişimi büyük önem taşımaktadır.
Bilgi edinme istemlerine konu edilen SEÖS bilgilerine erişim sağlanamadığı durumda, kişiler, olumsuz etkilerden haberdar olma şansına sahip olamayacaklardır. Bu da, sayılan mevzuat hükümlerine dayalı olarak dava haklarını kullanabilmelerini engelleyeceğinden, mahkemeye erişim hakkından da yoksun kalmış olacaklardır.
Görüldüğü üzere, kömürlü termik santrallerin emisyon verileri ticari/ endüstriyel bir veri/bilgi değil Çevre Kanunu kapsamında bir “çevresel bilgi” olup, üstün kamu yararı gereği, saklanması, gizli tutulması değil, tam tersine kamuoyu erişimine açık tutulması için her tür tedbirin alınması, Devlet’e düşen pozitif bir yükümlülüktür. Bu yönde bir tercih, gelişme olmadığı taktirde, Paris İklim Anlaşması’nın imzalanmış olmasının da kabul edilen hedeflerin de bir anlamı olmayacaktır.
Kapak görseli;
PHOTOGRAPH BY ROBB KENDRICK, NAT GEO IMAGE COLLECTION