Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası ve Uyuşmazlık Halinde Başvurulabilecek Yollar
Stj.Avukat Burak Biçer
Son yıllarda; bireylerin hakları konusunda bilgilere erişiminin kolaylaşması, rahatsızlıkların çoğalmasına bağlı olarak sağlık sisteminde yoğunluk oluşması, buna rağmen hekimlerden beklentisinin artması ve hekimlerin de esasında kutsal bir görevli değil meslek icra eden bir insan olduklarının bilincinin gelişmesi gibi sebepler hasta-hekim ilişkisini temelden değiştirmiştir. Bu değişiklik, doktorlara karşı açılan tıbbi malpraktise (hekimin hatalı uygulaması) bağlı tazminat davaları sayısındaki artıştan rahatlıkla anlaşılabilecektir.
Bu durum, başlarda hekimleri daha özenli ve dikkatli olmaya itse de sürekli dava tehdidi altında kalmaları, onları defansif tıp anlayışına yöneltmiştir. Defansif tıp, doktorların hukuki veya cezai sorumlulukla karşılaşmamak için aşırı korumacı ve çekingen bir tavırla; tanı ve tedavi esnasında gereksiz tıbbi uygulamaları yapmaları, komplikasyon riski yüksek olan müdahalelerden kaçınmaları ve hatta gereksiz yere hasta sevkleri yapmaları olarak ifade edilebilecektir. Defansif tıp davranışlarının yaygınlaşması, sağlık sisteminin kilitlenme ihtimalini gündeme getirmiştir. Bu çerçevede, her iki tarafın da mağduriyetini azaltmak maksadıyla zorunlu sigorta kurumu ön plana çıkmıştır.
Zorunlu mesleki mali sorumluluk sigortasına dair düzenleme, 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun”un, Ek 12’inci maddesinde yer almaktadır. Bu düzenlemeye göre:
Kamu sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar, tıbbi kötü uygulama nedeniyle kendilerinden talep edilebilecek zararlar ile kurumlarınca kendilerine yapılacak rüculara karşı sigorta yaptırmak zorundadır. Bu sigorta priminin yarısı kendileri tarafından, diğer yarısı döner sermayesi bulunan kurumlarda döner sermayeden, döner sermayesi bulunmayan kurumlarda kurum bütçelerinden ödenir. Özel sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan veya mesleklerini serbest olarak icra eden tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar, tıbbi kötü uygulama sebebi ile kişilere verebilecekleri zararlar ile bu sebeple kendilerine yapılacak rücuları karşılamak üzere mesleki malî sorumluluk sigortası yaptırmak zorundadır.
Bu düzenleme, hekimleri hukuki sorumluluk sebebiyle maruz kalabilecekleri mali yükten kurtarmaktadır. Ayrıca zarar görenler bakımından, kendilerine zarar veren hekime yönelik tazminat alacaklarını karşılayacak kuvvetli bir mali gücü olan kuruluşa başvurma imkânı sağlamaktadır.
Mesleki mali sorumluluk sigortasının kapsamına bakılacak olursa, hekimlerin poliçe kapsamındaki mesleki faaliyetlerinin ifası sırasında ve mesleki faaliyeti nedeniyle verdikleri zararlara bağlı olarak sözleşme süresi içinde kendisine yapılan tazminat taleplerine karşı, poliçede belirlenen limitler dâhilinde teminat sağlar. Ancak, hekimler açısından bu korumadan faydalanabilmek için bazı bildirim yükümlülükleri ihdas edilmiştir. Örneğin, Türk Ticaret Kanunu m.1437’e göre, sigorta ettiren sorumluluğunu gerektirecek olayları on gün içinde, aleyhindeki tazminat istemlerini ise derhal sigortacıya bildirmek zorundadır.
Hekimlerin hatalı tıbbi müdahalesinden zarar görenler bakımından, sigorta şirketine karşı mesleki mali sorumluluk sigortasına dayalı tazminat talepleri için hukukumuzda iki yol öngörülmüştür. Yalnızca sigorta şirketinin davalı olarak gösterilebileceği doğrudan dava hakkı bunlardan ilkidir. Bu davalarda yetkili mahkemeler Asliye Ticaret Mahkemeleri’dir. Doğrudan dememizin sebebi ise, sigorta şirketine bir başvuru zorunluluğunun olmamasıdır.
Diğer yol ise, 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu ile kurulmuş olan Sigorta Tahkim Komisyonu’na başvuru yoludur. Ancak tahkim yoluna gidebilmek için sigortacı şirkete yazılı başvuruda bulunmak; bu başvuru neticesinde olumsuz bir yanıt almak veya 15 iş günü içerisinde yanıt alamamış olmak gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki, burada Komisyon yalnızca poliçe limitleri dahilinde bir tazminata hükmedebilecektir.
Bu şekilde ikili bir ayrım yapılmış olması akıllara, bu iki yolun birbirlerine derdestlik veya başvuru engeli oluşturup oluşturmayacağı sorusunu getirmektedir. Bu hususta, 5684 Sayılı Sigortacılık Kanununun 30/14. maddesine göre :
“ Mahkemeye ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca Tüketici Sorunları Hakem Heyetine intikal etmiş uyuşmazlıklar ile ilgili olarak Komisyona başvuru yapılamaz.”
Hükümden de anlaşılacağı üzere; tarafları, sebepleri ve konuları aynı olan bir uyuşmazlıkta mahkemeye veya hakem heyetine intikal ettiyse, Komisyon’a başvuru yapılamayacaktır. Bu çerçevede, yalnızca sigorta şirketine karşı açılan poliçeye dayalı tazminat davası, Komisyon’a başvuru konusunda engel teşkil edecektir.
ANCAK, SİGORTA ŞİRKETİ TAZMİNAT DAVASINDA “İHBAR OLUNAN” OLARAK BULUNURSA?
Bu sefer zarar gören; tıbbi müdahaleyi yapan kamuda (devlet/üniversite hastanesi) çalışan bir doktor ise, idareye (Sağlık Bakanlığı/Üniversite Rektörlüğü); özelde çalışan bir doktor ise, doktora veya hastaneye karşı tazminat davasını yöneltmiştir ancak davalı taraf da davayı sigorta şirketine ihbar etmiştir.
Sigorta şirketi böylelikle, davada taraf olarak değil ihbar olunan olarak bulunmaktadır. Peki, böyle bir durumda, yukarıda belirttiğimiz derdestlik veya başvuru engeli hususu vücut bulacak mıdır?
Bu konuya ilişkin olarak, Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti’nin 14.04.2017 tarih ve 2017/İHK-1256 sayılı itiraz kararı gayet açık olarak sorunu çözüme kavuşturmaktadır. Karara konu olayda, başvurucu, doğum öncesinde özel hastane çalışanı hekim ile doğumda mutlaka kendisinin bulunması yönünde anlaşma yaptıklarını, doğum sırasında hatalı müdahale yapılması sebebiyle bebekte maluliyet oluştuğunu iddia ederek; sigorta şirketi tarafından ödenmeyen ameliyat ve tedavi giderleri için maddi tazminatın ve manevi tazminatın tahsili istemi ile Sigorta Tahkim Komisyonuna başvurmuştur. Komisyon başvuruyu kabul etmiştir.
Bunun üzerine sigorta şirketi tarafından “Mahkemeye intikal etmiş uyuşmazlıklar sebebiyle Sigorta Tahkim Komisyonuna başvuruda bulunulmasının mümkün olmadığını, bu uyuşmazlık konusunda 17.03.2010 tarihinde dava açıldığını, bu sebeple söz konusu başvurunun değerlendirmeye alınmaksızın reddedilmesi gerektiği” gerekçeleriyle karara itiraz edilmiştir.
İtirazın incelenmesi sonrasında İtiraz Hakem Heyeti:
“…genel mahkemedeki dava ile Sigorta tahkimdeki başvurunun aynı olduğunu söyleyebilmek için: genel mahkemedeki dava ile ikinci davanın (olayımızda Tahkimdeki başvurunun) taraflarının, dava konularının ve dava sebeplerinin aynı olması gerekir.
Genel mahkemedeki davanın davalıları Hastane, doktor ve sağlık personeli, dava sebebi de, haksız fiile dayalıdır.
Oysa Sigorta tahkimdeki başvurunun davalısı Sigorta şirketi, dava sebebi de sigorta poliçesidir.
Dolayısı ile iki davanın tarafları ve dava sebebi farklıdır.”
şeklinde hüküm kurmuş ve itirazı reddetmiştir.
Sonuç olarak, mesleki mali sorumluluk sigortası, hekimleri hukuki sorumluluk sebebiyle maruz kalabilecekleri mali yükten kurtarırken zarar görenleri de, kendilerine zarar veren hekime yönelik tazminat alacaklarını karşılayacak bir mali gücü karşılarında bulmalarını sağlamaktadır. Hukukumuzda, zarar görenin bu poliçeye dayalı olarak birden çok başvuru yolu hakkı vardır. Genel kural itibariyle, mahkemeye veya hakem heyetine intikal eden uyuşmazlık, Sigorta Tahkim Komisyonu’na götürülemeyecektir. Ancak, yukarıda verdiğimiz kararda da görüleceği üzere, sigorta şirketinin ihbar olunan sıfatını taşıdığı davalarda, poliçe kapsamında Sigorta Tahkim Komisyonu’na başvuru konusunda herhangi bir engel bulunmamaktadır.