Trump Twitter’a Karşı; İki Sevimsizin Kapışmasından Toplum Yararına Bir Sonuç Çıkar mı?

Trump Twitter’a Karşı; İki Sevimsizin Kapışmasından Toplum Yararına Bir Sonuç Çıkar mı?


Korona günlerinin ilk aşamasını geride bırakmaya hazırlandığımız bu günlerde, ABD’de gündem çok hızlı akmaya başladı. Dünyanın en ırkçı toplumu, devleti olduğu bilinse de, özellikle Obama’nın başkanlığı ile birlikte adeta yeniden hortlayan Ku Klux Klan hareketinin, Donald Trump’ın başkanlığı ile taçlanacak süreci ateşlemesi, oldukça düşündürücü . Sonrasında, ABD çapında kutuplaşmayı arttırarak Trump’ın Başkan seçilmesini hedefleyen güçlerin sosyal medya, özellikle Facebook üzerinden çalıştığının ortaya çıkması, güven duygumuzu iyice sarstı; biz sosyal medyayı diktatörlere karşı yeni örgütlenme alanı, yeri olarak görürken, ne ara demokrasiyi yok etmenin aracı haline gelmişlerdi?

Trump’ı iktidara getiren sağ, muhafazakar kesim, bir süredir, sosyal medyanın kendilerine karşı birlik içerisine girdiğini, engelleme ve sansür içerir bir ortak tavır geliştirdiklerini ileri sürüyor. Bu iddialar yargı sürecine de konu edildi.

Muhafazakarlardan Sosyal Medyaya Dava!

Kendisini “yahudi muhafazakar araştırmacı gazeteci ve politik eylemci” olarak tanımlayan Laura Loomer  ile yine kendi tabirleri ile “kamu yararı için çalışan ve kar amacı gütmeyen muhafazakar bir kuruluş” olan Freedom Watch  tarafından 30 Ağustos 2018 tarihinde Google, Facebook, Twitter ve Apple’a açılan bir davada, anılan sosyal medya platformlarının muhafazakar politik düşünceleri bastırmak için gizli bir anlaşma içinde oldukları ileri sürülmüştür.

Davacıların anılan sosyal medya platformlarında oldukça geniş bir takipçi sayısına, kitleye ulaşmışlarken, bir şekilde bu büyümenin durduğu -özellikle de Trump’ın seçilmesi sonrası süreçte- hukuka aykırı eylemler ile davacıların politik görüşlerinin yayılmasının engellenmesi ve bastırılması için anılan platformların işbirliği içine girdikleri, ayrımcılık yaptıkları, medya ve haber kanalları piyasasında rekabeti engelleyerek piyasayı tekelleştirme amacı ile hareket ettikleri iddialarını tek tek ele alan ilk derece mahkemesi (US District Court for The District of Columbia), 15 Mart 2019 tarihli kararı ile davayı reddetti.

Mahkeme ayrımcılık iddiasına yönelik olarak yaptığı değerlendirmede, büyük teknoloji şirketleri tarafından oluşturulan platformlar tarafından sunulan çevrimiçi hizmetlerin, İnsan Hakları Yasası (D.C. Human Rights Acts) uyarınca kamusal alan” (public accommodations) olarak değerlendirilemeyeceğini kabul etmiştir. Burası oldukça önemli, zira tartışmanın “hukuki” kısmı “kamusal alan” tanımı üzerinden yürüyor.

Mahkeme’nin kararına dayanak yaptığı yasa, kişinin siyasi veya dini bir bağlılık nedeni ile doğrudan veya dolaylı olarak, herhangi bir kamu malının, hizmetinin, tesisinin, ayrıcalıklarının, avantajlarının ve kamusal alan” hizmetlerinden tam ve eşit olarak yararlanılmasının engellenmesini yasaklıyor. Ancak, Mahkeme’ye göre, kamusal alan” mutlaka “fiziksel bir mekan” olmalı. Bu hali ile online platformların “fiziksel yapısı” olmadığından, yasa kapsamda değerlendirilmeleri mümkün görülmemiş Mahkeme tarafından.

Varılan sonucun eleştiriye açık olduğunun farkında olan Mahkeme, gerekçesinde, Facebook ve Twitter gibi platformların insanların birbirleriyle iletişim kurma biçimlerini ciddi anlamda değiştirdiğini, sosyal medya ağlarının artık hayatımızın büyük kısmında yer aldığını da kabul ediyor. Ancak, şekilci bir bakış açısıyla, mevcut yasaların kapsamının Mahkeme tarafından genişletilemeyeceğini hüküm altına alıyor.

Devamla, platformların yarı resmi kuruluş” olarak kamusal alan” kapsamına girebileceklerine dair davacı iddiasını da, bu platformların özel birer işletme oldukları vurgusu ile reddedip, iddia edilen türden bir sansür uygulamasının, bir kamu kuruluşu tarafından uygulanmadıkça, ABD Anayasası’nın ayrımcılık yasağını içerir Ek 1. Maddesi (first amendment) kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar veriyor Mahkeme.

Türkiye’de Kamusal Alan Olan Sosyal Medya, Anavatanında Ticari İşletme midir?

Burada küçük bir parantez açalım. Türk Anayasa Mahkemesi’nin Twitter ile ilgili verdiği kararlarda, tam tersi bir yaklaşımın izlerini görebiliyoruz. Anayasa Mahkemesi 2.Bölüm’ün 02.04.2014 tarihli kararında, Twitter’a erişimin engellenmesine dair BTK kararı değerlendirilirken, “… ülkemizde milyonlarca kullanıcısı olan bir sosyal paylaşım sitesine erişimin engellenmesinin bu kişilerin demokratik toplumun temellerinden olan ifade özgürlüğünü sınırlayıcı etkisi dikkate alındığında, bu tür sınırlamaların hukuka uygunluğunun acilen denetlenmesi ve hukuka aykırılık tespiti halinde sınırlamanın hemen kaldırılması demokratik hukuk devleti ilkesinden kaynaklanan bir zorunluluktur.” denilirken, bir anlamda Twitter, kamusal bir alan olarak ele alınmış, platforma getirilen sınırlamanın düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde ele alınması gerektiği vurgulanmıştır (Bu durumda, Türkiye’de kamusal bir alan olan Twitter, memleketi ABD’de salt ticari bir işletme midir?).

Davacıların iki temel tezinden birisi ayrımcılık iken, öteki de rekabet ihlali, tekelleşmedir. Sherman Kanunu 1. madde – bu maddenin bizim Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 4. maddesine karşılık geldiğini söyleyebiliriz– rekabetin engellenmesine yönelik teşebbüsler arası anlaşma ve uyumlu eylemlerden bahsediyor. Rekabeti engelleyici nitelikte gizli anlaşma ve uyumlu eylemler hukuka aykırı olmakla beraber, münferit eylemlerin bu kapsamda değerlendirilemeyeceğini belirten Mahkeme, bu madde kapsamında geçerli bir rekabet ihlali iddiasının, somut delillerle ispatlanamadığını kabul ediyor.

Davacılar, Sherman Kanunu 2. madde kapsamında –bizim Kanun 6. maddesinde düzenlenen hakim durumun kötüye kullanılması hali– ihlal olduğunu da ileri sürüyor. Mahkeme, bireysel olarak hareket eden platformların herhangi birinin tekelleşmeye çalıştığı iddiası bulunmadığını, iddiaların esas olarak platformların birlikte hareket ettiği noktasında toplandığını, dolayısıyla bu maddenin uygulama alanı bulamayacağını hüküm altına alıyor.

Bu davayı ülke -ve Dünya- gündemine getiren gelişme ise, karara karşı yapılan temyiz başvurusunun 27 Mayıs 2020 tarihli karar ile reddedilmiş olması. Temyiz istemini değerlendiren üst derece mahkemesi (US Court of Appeals for The District of Columbia Circuit), ilk derece mahkemesi gerekçelerine katılarak, davacıların itirazlarının reddine karar verir.  Tam da bu kararın açıklandığı dönemde, Trump Twitter ile kapışmaya başlar.

Trump vs Twitter; Filler Tepişmeye Başlıyor…

Ülkeyi adeta Twitter üzerinden yöneten Trump’ın mesajlarının altına, platform tarafından “bilgi denetimi etiketi” konulması, Trump’ı çileden çıkarır. Trump, 27 Mayıs tarihinden itibaren, bu sosyal medya platformlarının muhafazakarların, cumhuriyetçilerin seslerini kısmaya çalıştığını, bunun olmasına izin vermeyeceğini, gerekirse bunları kapatacağını ilan eder. Nereden, yine Twitter’dan.

Bu paylaşımının hemen ertesinde, kavgayı iyiden kızıştıracak bir etkinlikte bulundu Twitter. ABD’nin ırkçı yapısını, ne yazık ki yeniden ortaya koyan, Minnesota’da George Floyd isimli siyah amerikalının polis şiddeti ile öldürülmesi olayı sonrasında ivme kazanan protestolar üzerine “taşkınlıklara izin vermeyeceğini” içerir bir paylaşımda bulunan Trump’ın bu twiti “şiddeti yasallaştırma” gerekçesiyle, Twitter tarafından askıya alınır.

Nereden baksanız ilginç, değil mi? Baştan itibaren Twitter’ı “sözcüsü” olarak kullanan bir politikacı ve devlet yöneticisi, esasında bundan büyük yarar elde eden bir platform. Sınırlı sayıda sözcükle kendini ifade etme zanaatkarlığının (haiku gibi bir derinliği olsaydı, takdir edilebilir, sanat platformu da derdik ama değil!) icra yeri olarak Twitter, kabul etmemiz gerekiyor, entellektüellere değil, hangi siyasi düşünceden olursa olsun, Trump gibi, Trump tarzı siyaset yapan kişilere ihtiyaç duyuyor. Onlarla varoluyor, onlarla besleniyor, onlarla bir gelecek öngörüyor. Yani, bir “kazan-kazan” durumu söz konusu. Hal böyle olunca, bu kapışma ne kadar gerçek?

Bu tartışmayı aklımızın bir köşesinde tutalım. Twitter’ın bu hamlesine karşı Trump ne yaptı? Hemen ertesinde, 28 Mayıs 2020 tarihli bir “Başkanlık Kararnamesi” (Executive Order) yayımladı.  Trump, muhafazakarların yukarıda anılan yargı sürecinde ileri sürdükleri argümanları geçerli ve doğru kabul ederek, online sansür uygulayan platformların, geleneksel yayıncılar gibi hukuki sorumlulukları olduğunu hüküm altına alıp, bir yandan yargıya bir mesaj göndermiş, bir yandan da Twitter ve diğer sosyal medya platformlarına “ensenizdeyim” mesajını güçlü bir şekilde iletmiş oldu.

Trump, yeni başkan olduğu dönemde, yedi (7) müslüman ülke yurttaşına 90 gün boyunca vize yasağı ile Suriyeli mültecilere ülkeye giriş yasağını da yine bir başkanlık kararnamesi ile düzenlemişti. ABD hukuk sisteminde, Başkan’ın elindeki en önemli ve etkili düzenleme aracı olarak, çoğunlukla bir kanunun uygulamasını göstermek amacıyla, bazen de mevcut bir kanunda değişiklik anlamına gelecek bir içerikle yayımlanabilen başkanlık kararnamelerinden birisi olan ve kamuoyunda çok tartışma yaratan bu kararnameye karşı, çok sayıda dava açılmış ve nihayetinde Trump yeni bir başkanlık kararnamesi yayımlamak zorunda kalmıştı. 

Peki, ne içeriyordu Trump’ın “Online Sansürü Önleme” başlıklı başkanlık kararnamesi? Düşünce ve ifade özgürlüğünün Amerikan demokrasisinin temeli olduğunu belirterek başlayan Kararname, deyim yerindeyse, açılan davayı reddeden yargı kararına doğrudan cevap niteliğinde.

Online platformların, katılmadıkları düşünceleri sansürlemelerinin çok tehlikeli bir güç aktarımı anlamına geldiği, pek çok amerikalının haberleri takip ettiği, arkadaşları ve aileleri ile bağlantı kurduğu ve düşüncelerini paylaştığı alanlar olarak, sosyal medya platformlarının 21.yüzyılın kamusal alanı haline dönüştüğü, bu nedenle internet üzerinden yapılan özgür ve açık tartışmaların üniversitelerde, meydanlarda ve evlerde yapılanlar kadar önemli ve vazgeçilmez olduğunu belirten kararnamede, özellikle Twitter uygulamalarının online sansür anlamına geldiği ifade ediliyor.

Bu platformların sahibi şirketlerin yurt dışında otoriter rejimlerin isteklerine uygun davranarak çelişkiye düştüğünü de vurgulayan Trump, Çin Komünist Partisi isteklerine uygun arama motoru oluşturan ABD şirketini, Çin’in dini azınlıklara uyguladığı şiddeti örtbas eden reklamlara yer veren ABD şirketlerini, Hong Kong’da demokrasi eylemleri ile COVİD-19 süreci hakkında gerçek dışı bilgilere yer veren Çinli yetkililerin hesaplarını barındıran platformların sahibi ABD şirketlerini örnek gösteriyor.

Kararname’nin özünde, 1996 tarihli “İletişim Etiği Yasası” olarak çevrilebilecek “Communications Decency Act” in 230.maddesinin ne şekilde yorumlanacağı yer alıyor. Bizde 2007 tarihli, 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” un muadili ve önceli olan, ilk olarak porno yayınlarına karşı gündeme getirilen bu düzenlemenin 230.maddesi ile internet servis sağlayıları ile hizmet sunucularına getirilen “hukuki sorumsuzluk” halinin mutlak olmadığını vurgulayan Trump kararnamesinde, katılmadıkları düşünceleri sansürlemeye çalışan bu platformların, bu davranışları ile “sorumsuzluk hali dışına” çıktıkları ve geleneksel yayıncıların hukuki sorumluluklarına sahip oldukları kuvvetli şekilde ifade edilmiştir.

Bu yorum ve tanımlamayı yaşama geçirmek için bir dizi tedbir ve uygulamayı da beraberinde getiriyor Kararname. Federal İletişim Komisyonu’nu (Federal Communications Commission-FCC) devreye sokarak bu durumun açıklığa kavuşturulmasını isteyen Kararname, bir yandan da, vergi ödeyen yurttaşların parasını harcayan her türlü idari birim ve kurumun, bu tür sosyal medya platformlarına verdikleri reklam ve pazarlama kararlarını gözden geçirmelerini, yani, esasında, özgür konuşmayı sınırlamaya çalışan bu platformlara reklam ve pazarlama ödemesi yapılmamasını da öneriyor.

Trump ile Solcu Muhalifleri Buluşturan Nokta

Bu düzenleme nasıl okunmalı? Bu soruya yanıt ararken, esasında, Twitter üzerinden sosyal medya platformlarına getirilen bu “sağ” eleştirinin, pekala bir “sol” versiyonunun da olabileceğini anımsıyoruz. Üstad Avukatlık Dergisi’nin Bahar 2019 sayısında yayımlanan , yine bir başka araştırmacı gazeteci Carole Cadwalladr, “Facebook’un Brexit’teki Rolü ve Demokrasiye Tehdidi” başlıklı konuşmasını “… Demokrasinin teminatı yok, demokrasi kaçınılmaz bir son da değil. Savaşmak zorundayız, kazanmak zorundayız. Teknoloji şirketlerinin kontrolsüz güce sahip olmalarına izin veremeyiz. Bunu sağlamak bize, bana, sana ve hepimize düşen bir sorumluluktur.” çığlıklarıyla bitirip, bu sosyal medya platformlarını “otoriterliğin cariyesi” olmaya çalışmakla suçlarken, neredeyse aynı, Trump argümanlarını kullanıyor.

Bu düzenleme ile ilgili bizim açımızdan dikkat çekici bir başka yön de, Nisan 2020’de kamuoyu bilgisine sunulan torba kanun teklifinde, sosyal ağ sağlayıcı olarak tanımlanarak, belirli bir sisteme dahil edilmeye çalışılan şirketlerin de, Trump tarafından eleştirilen, aynı sosyal medya şirketleri olmaları. Ülkemiz yargı organları tarafından verilen kararları uygulamak konusunda kendisinde bir serbesti gören bu sosyal medya şirketleri, anılan düzenleme ile Türkiye’de temsilci bulundurmak ve yargı kararlarını uygulamakla yükümlü kılınıyordu. Kararların anılan sosyal ağ sağlayıcıları tarafından yerine getirilmemesi halinde, bant genişliğinin daraltılması ile, bir anlamda erişim engelleme yaptırımına maruz kalacak bu şirketler adına düzenlemeyi eleştiren pek çok kişi ve kurum, düzenlemeyi sansür olarak ifade etmişti.

Kutupların Arasında Gerçeğin Peşine Düşmek

Geldiğimiz noktada, Trump ve benzerleri gibi düşünmekle, Twitter gibi giderek devleşen, tekelleşen ve kendilerini düzenlemelerden muaf gören teknoloji tekellerine mahkum görmek ikilemi dışına çıkıp, bu iki sevimsizin tartışmasından, toplum menfaatine bir çıktının mümkün olup olamayacağını değerlendirmek gerekiyor. Unutulmamalı ki, Trump’ı ABD Başkanı yapan süreç, anılan sosyal medya platformlarının en tehlikelisi olan Facebook ile Cambridge Analytica isimli şirket arasındaki yasa dışı veri ticaretine  dayanmıştır. Facebook, sahip olduğu kullanıcı verilerini yasa dışı bir şekilde bu tüccar-ırkçı ekibe vererek, kasden tırmandırılan kutuplaşma ortamında Trump’ın başkan olmasını sağlamıştır.

ABD’nin önünde yeni bir başkanlık seçimi var ve sosyal medya platformları şimdiden tartışılmaya başlandı. Gerçek dışı itham ve argümanlarla kendi seçmenini bir arada tutmayı başaran Trump’ın, tam da bu günlerde yeniden sosyal medyayı öne çıkaran bir süreci tetiklemesi, dikkatle takip edilmelidir. Bu tartışmada ne Trump ne de Twitter başta olmak üzere Facebook vb sosyal medya platformları masumdur. Bu görünüşte rakip ikili, doğrudan özgür iradeyi, özgür seçimleri, özgür tartışmayı ve bunlar üzerinde yükselen demokrasiyi tehdit etmektedirler. Öyleyse, bize düşen, bu doğru olmayan tartışmanın tarafı olmak değil, sosyal medya platformları dahil tüm kişi ve kurumların, demokrasinin esasları olan şeffaflık ve açıklık ilkelerine uymak zorunda olduklarını kabul ederek, kendiliklerinden bu noktaya gelmekten kaçınan şirketleri, yasal düzenlemelerle zorlamak, bu şekilde, belirsizlik ve yanlış bilgiden beslenen kötü niyetli siyasetçi ve demokrasi düşmanlarına karşı uyanık olmaktır.

 

Not: Yazıda geçen yargı kararları konusunda desteği için Avukat N.Buğçe Bakırel’e teşekkür ederim.