
Doğanın 2 Çocuğu Zeytin ile Maden; Kavga mı, Doğal Düzen mi?
Giriş: Altı Ayda İki Farklı Ülke
2025 yılı Türkiye’si için çevresel açıdan tam bir tutarsızlıklar yılı olarak tarihe geçmeye aday görünüyor. Ocak ayında ülke AB uyumlu çevre mevzuatını hayata geçirmeye odaklanırken, Haziran ayında TBMM’ye sunulan ve 21 Haziran’da komisyondan geçen “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile tam tersine bir rota çizmeye başladı.
Acaba bu çelişki gerçek mi, yoksa farklı zaman perspektiflerinin yarattığı bir algı sorunu mu? Zeytin ile maden arasındaki gerilim, ekolojik zaman (yüzyıllar) ile ekonomik zaman (on yıllar) arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyor olabilir.
Bu paradoks, sadece politik bir tutarsızlık değil, daha derin bir sistemsel sorunun yansıması. Türkiye’nin 2025 çevre politikalarında gördüğümüz çelişki, aslında farklı alt sistemlerin birbiriyle çakışmasının sonucu: Bir yanda AB uyum süreçleri, diğer yanda ulusal ekonomik kaygılar, bir tarafta uluslararası iklim taahhütleri, öte yanda yerli enerji güvenliği endişeleri.
Aynı yılın altı ayı içinde hem “sıfır kirlilik” hedefleri hem de zeytinlik alanlarda madencilik destekleri nasıl bir arada sunulabiliyor? Bu durum paradigmayı pekiştiriyor, çelişkileri derinleştiriyor.
Küresel kritik maden yarışında Türkiye’nin konumu, bu çelişkiyi daha da belirgin hale getiriyor. Dünya genelinde ülkeler, tedarik güvenliği ile çevre koruma arasında hassas dengeler kurarak “yavaş madencilik” ve/veya “hızlı ama güvenli” yaklaşımlar geliştirirken, Türkiye’nin yaklaşımı bu küresel trendlerden farklılaşıyor.
Madencilik ve Kent: Aynı Mantık, Farklı Ölçekler
Bu çelişkiyi anlamak için önce temel bir soruyu cevaplamalıyız: Modern yaşamın madencilik gerçeğiyle nasıl yüzleşeceğiz?
Kentlerimiz bugün büyük sorunlar içinde. Şehirlerimiz, çoğunlukla insanlar için değil, arabalar ve sermaye için tasarlanıyor. Beton yığınları doğal yaşam alanlarını yutarken, toplumsal dayanışma yerini bireysel tüketime bırakıyor. Peki, bu durumun çözümü kentleşmeye hayır demek mi? Yoksa; kenti arabalar ve sermaye için değil, insanlar ve topluluklar için yeniden düşünmek ve tasarlamak mı?

https://www.archdaily.com/903856/imagine-podcast-launches-first-episode-cities-for-people-featuring-jan-gehl
Aynı mantığı madenciliğe de uygulamalıyız. Mağara yaşamının bile bir maden ve mineral gereksinimi vardır. Ateş yakmak için çakmaktaşı, barınak inşa etmek için metal aletler, suyu taşımak için kap-kacak… İnsanlık tarihi, doğadan aldığımız hammaddeleri dönüştürme tarihidir. Bu gerçeği inkâr etmek, modern yaşamın temellerini reddetmek anlamına gelir.
Bugün kullandığımız her teknoloji – yenilenebilir enerji panellerinden elektrikli arabalara, rüzgar türbinlerinden cep telefonlarına – onlarca farklı mineral ve metal gerektirir. En “yeşil” teknolojiler bile yoğun madencilik faaliyeti olmadan var olamaz: bir elektrikli arabanın bataryası için lityum, kobalt ve nikel; güneş panelleri için silikon, gümüş ve indiyum; rüzgar türbinleri için nadir toprak elementleri ve çelik gerekir.
Çevre etiği bize şunu öğretir: Sorun madenciliğin kendisi değil, kimler için, nasıl ve hangi amaçla yapıldığıdır. Mevcut madencilik mantığı sermaye içindir: maksimum kâr için minimum sürede çıkarım, yerel toplulukların sesinin duyulmaması, çevresel maliyetlerin toplumsallaştırılması.
Alternatif ise insan ve doğa merkezli madenciliktir: demokratik karar alma, ekolojik sınırlara saygı, adil dağıtım ve teknolojik sorumluluk.
Kentler nasıl ki insanlar için tasarlandığında yaşanabilir, sürdürülebilir ve adil olabiliyorsa, madencilik de aynı şekilde dönüştürülebilir. Kent için yaya dostu ulaşım, yeşil alanların korunması, mahalle ölçeğinde karma kullanım nasıl çözümse; madencilik için de çıkarım öncesi kapsamlı ekolojik değerlendirme, yerel ekosistemlerin korunmasını önceleyen metodlar, rehabilitasyonun çıkarımla eş zamanlı planlanması çözümdür.
İklim krizi ve ekolojik çöküş nedeniyle bu dönüşümü hemen, bugün yapmalıyız. Ekolojik sistemlerin geri dönüşü olmayan hasara uğrama eşiği hızla yaklaşıyor. Teknoloji hazır, toplumsal farkındalık yüksek, politik fırsat penceresi açık. Madenciliğe karşı olmak modern yaşama karşı olmaktır, ama mevcut madencilik anlayışını kabul etmek de doğaya ve gelecek nesillere karşı olmaktır.
Çözüm ne kavgada ne inkârda, dönüşümde yatıyor. Zeytin ile maden doğanın çocukları olmaya devam edecek. Sorun bunların kavga etmesi değil, birlikte yaşama formülünü bulamamamızdır.
Küresel Kritik Maden Yarışında Türkiye: Farklı Rotada Bir Ülke
Avrupa Birliği’nin Kritik Hammaddeler Yasası, 23 Mayıs 2024’te yürürlüğe girdi ve 34 kritik hammadde listesi ile kapsamlı bir çerçeve oluşturdu. AB’nin 2030 hedefleri oldukça iddialı: stratejik hammaddelerde yıllık tüketimin en az yüzde 10’unu yerli çıkarımdan, yüzde 40’ını AB içi işlemeden karşılama ve hiçbir üçüncü ülkeden yüzde 65’ten fazla bağımlı olmama. İlk çağrıda çok sayıda stratejik proje onaylandı ve birçok üye ülkede milyarlarca Euro’luk yatırım planlandı.
AB’nin su koruma standardı: AB kritik mineral projelerinde Su Çerçeve Direktifi (2000/60/EC) uygulanması zorunlu, yeraltı suyu izleme sistemi kurulması ve havza bazında su yönetim planları hazırlanması şart. AB’de su etki değerlendirmesi yetersiz projeler reddediliyor.
Çevre düzenlemeleri açısından AB, hızlandırılmış izin süreçleri sunuyor: çıkarım projeleri için maksimum 27 ay, işleme ve geri dönüşüm projeleri için 15 ay. Ancak Su Çerçeve Direktifi, Habitat Direktifi ve Kuşlar Direktifi gibi temel çevre yasalarına uyum zorunluluğu korunuyor. Minimum 90 günlük halk katılımı süreci de devam ediyor.
ABD’nin 50 Mineral Listesi ve Hızlandırılmış Süreçler
Amerika Birleşik Devletleri’nin 2022 Kritik Mineraller Listesi 50 mineral içeriyor ve 2018’deki 35 mineralden önemli bir artış gösteriyor. Savunma Üretim Yasası kapsamında, batarya üretimi için beş kritik mineral belirlendi ve önemli miktarda yatırım yapıldı.
ABD’nin izin süreci, kritik mineral projelerinde çevresel etki değerlendirme sürelerini önemli ölçüde azaltıyor. Altyapı Yatırım ve İşler Yasası milyarlarca dolarlık temiz enerji programı içeriyor, Enflasyon Azaltma Yasası ise 50 kritik mineral için yüzde 10 üretim vergi kredisi sunuyor.

https://www.congress.gov/crs-product/R47982#:~:text=aluminum%2C%20antimony%2C%20arsenic%2C%20barite,%2C%20niobium%2C%20palladium%2C%20platinum%2C
Çin’in Nadir Toprak Hakimiyeti ve İhracat Kontrolleri
Çin, küresel nadir toprak elementleri tedarik zincirinde eşsiz bir hakimiyet sürdürüyor: madencilik üretiminin yüzde 70’i, işleme kapasitesinin yüzde 90’ı ve ağır nadir toprak elementlerinin yüzde 99,9’u Çin kontrolünde. Yüksek miktarda nadir toprak üretti ve dünya neodimyum-praseodimyum rafine kapasitesinin büyük bölümünü elinde tutuyor.
Çin’in ihracat kontrol politikaları giderek sıkılaşıyor. Nisan 2025’te yedi nadir toprak elementi için ihracat lisansı zorunluluğu getirildi. 1 Ekim 2024’te yürürlüğe giren Nadir Toprak Yönetim Yönetmeliği, nadir toprak kaynaklarını devlet mülkiyeti ilan etti ve tüm tedarik zincirini kapsayan zorunlu ürün izlenebilirlik sistemi getirdi..
Türkiye’nin Farklı Yaklaşımı: İdareye Yetki vs Sabit Liste
Bu küresel tabloda Türkiye’nin 2025 maden kanunu teklifi, AB ve ABD’nin sabit liste yaklaşımından radikal şekilde farklılaşıyor. Kritik ve stratejik madenlerin hangileri olduğu önceden yasada belirlenmemiş, bunun yerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bu madenleri belirleme yetkisi verilmiş.
Bu yaklaşım, küresel örneklerle karşılaştırıldığında önemli hukuki ve pratik sorunlar yaratıyor:
AB’nin Sabit Sistemi:34 kritik hammadde yasada açık şekilde listelenmiş – nadir toprak elementleri (17 element), hafif metaller (lityum, beryllium), platin grup metalleri, stratejik metaller (kobalt, tantalum, niobium) ve teknoloji mineralleri (grafit, florit, bor).
ABD’nin USGS Modeli: 50 kritik mineral listesi bilimsel kriterlere dayalı olarak USGS tarafından belirlenmiş ve yasalarda sabitlenmiş. 2018’den 2022’ye 35’ten 50 minerale çıkış, şeffaf metodoloji ile yapılmış.
Türkiye’nin Belirsizliği: Hangi madenlerin “kritik” sayılacağı bakanlık takdirine bırakılmış. Bu durum hukuki öngörülebilirlik eksikliği, sektörel belirsizlik, keyfi karar alma riski ve yatırımcı güvensizliği yaratıyor.
Türkiye’nin doğal rezerv potansiyeli dünya standartlarında: bor rezervlerinin %73’ü, önemli krom rezervleri, orta ölçekli tungsten rezervleri Türkiye’de bulunuyor. Ancak “idari yetki” modeli, bu potansiyelin bilimsel kriterler yerine siyasi öncelikler doğrultusunda değerlendirilmesi riskini taşıyor.
Türkiye’nin Gerçek Avantajları: Coğrafya, Rezerv ve Deneyim
Bu küresel yarışta Türkiye’nin göz ardı edilmemesi gereken üç temel avantajı var;
Jeolojik avantaj: Dünya bor rezervlerinin %73’üne sahip olmak, kritik madenlerde oyun değiştirici bir pozisyon. Avrupa-Asya-Afrika üçgeninde stratejik konum, lojistik maliyetleri düşürüyor ve tedarik güvenliği sağlıyor. Ancak bu stratejik avantajın değerlendirilmesi konusunda ciddi sorunlar var: Eti Maden gibi kritik kuruluşlarda laboratuvar hizmetlerinin taşeron sistemine bırakılması gibi uygulamalar, bu kadar stratejik bir sektörde ne derece tutarlı bir yönetim anlayışının olduğunu sorgulatıyor.
Sektörel deneyim avantajı: Eti Maden’in bor işleme teknolojisindeki uzmanlığı, MTA’nın 70 yıllık araştırma birikimi Türkiye’nin sahip olduğu değerli sermaye. Ancak rehabilitasyonun sadece fidan dikmekle sınırlı kalmaması, tam anlamıyla ekolojik restorasyon içermesi gerektiği unutulmamalı. Bu deneyim, yeni düzenlemelerin hızlı ve etkili uygulanmasını kolaylaştırabilir.
Demografik ve coğrafi çeşitlilik avantajı: Farklı iklim kuşaklarına sahip olmak, çeşitli rehabilitasyon modellerinin test edilebilmesini sağlıyor. Akdeniz iklimindeki zeytinlik rehabilitasyonundan Karadeniz’deki orman restorasyonuna kadar geniş deneyim alanı mevcut.
AB, ABD, Avustralya ve Kanada “hızlı ama güvenli” prensibini benimserken çevre koruma standartlarını sürdürürken, Türkiye’nin teklifi hem “belirsizlik” hem de “otomatik onay” mekanizmalarıyla bu avantajları tehlikeye atıyor.
Bu küresel yarışta geride kalmamak için Türkiye’nin yapması gerekenler net: Kritik madenlerin yasada sabit listesi, AB modelindeki hızlandırılmış ama kaliteli süreçler, yavaş madencilik temelli yerel halkın katılımı yaklaşımı. Bu üç adım olmadan küresel rekabette şansımız zayıf.
Maden Kanunu Teklifinin Kapsamlı Analizi: Uluslararası Karşılaştırmalar Işığında
13 Haziran 2025 tarihinde TBMM’ye sunulan ve 21 Haziran’da 26 saatlik komisyon maratonunun ardından kabul edilen kanun teklifi, görünürde “yatırım süreçlerinin hızlandırılması” amacını güderken, pratikte madencilik sektörünün çevre koruma yükümlülüklerinden önemli ölçüde muaf tutulmasını öngörüyor.
Stratejik ve Kritik Madenler İçin Özel Statü
Teklifin kapsamına bakıldığında, sadece bir sektörel düzenleme değil, çevre hukukunun temel paradigmalarını değiştirme girişimi olduğu anlaşılıyor. Stratejik ve kritik madenler için öngörülen özel statü, bu madenlerin “ulusal güvenlik” kapsamında değerlendirilmesini sağlıyor.
Bu yaklaşım, çevresel koruma ile ulusal çıkarlar arasında yapay bir karşıtlık yaratarak, çevre koruma önlemlerini “lüks” kategorisine indirgiyor. Oysa uluslararası örneklere bakıldığında, çevresel sürdürülebilirlik ile ekonomik güvenlik arasında sıfır toplamlı bir ilişki bulunmuyor.
İzin Süreçlerindeki Radikal Değişimler
Teklif, maden ruhsatı süreçlerinde önemli değişiklikler öngörüyor. Kurumlardan görüş alma sürecinde getirilen “3 aylık süre sınırı” ve görüş verilmemesi halinde “olumlu kabul” edilmesi prensibi, bir yandan bürokrasideki gecikmeler sorununu çözmeyi hedeflerken, diğer yandan zaten yeterince iyi işlemeyen çevresel denetimin kalitesini daha da kötüleştirebilir.
Bu yaklaşımın uluslararası örneklerle karşılaştırılması çarpıcı sonuçlar veriyor. Küresel ülkeler izin sürelerini dramatik şekilde kısaltırken temel çevre korumalarını sürdürüyor. Ancak tüm bu ülkeler su koruma önlemlerini, biyoçeşitlilik gereksinimlerini, iklim değerlendirmelerini ve maden kapatma rehabilitasyon yükümlülüklerini koruyor. Türkiye’nin “otomatik onay” yaklaşımı ise bu küresel trendden farklılaşıyor.
Orman İzni ve ÇED İlişkisinin Netleştirilmesi
Teklifin en tartışmalı düzenlemelerinden biri, orman alanlarındaki yetki değişikliği. Ankara Barosu Kent ve Çevre Merkezi’nin detaylı analizine göre, teklif “Orman Genel Müdürlüğü tarafından verilen izin, çevresel etki değerlendirmesi yönünden uygun görüş olarak kabul edilir” hükmü getiriyor.
Bu durum, farklı nitelikteki değerlendirme süreçlerinin birbirine indirgemesi sonucunu doğuruyor. Orman arazisinin korunması ile çevresel etki değerlendirmesi farklı koruma amaçlarına hizmet ederken, bu ayrımın silinmesi bütüncül çevre korumasını zayıflatıyor.
Korunan Alanlar Listesindeki Kritik Değişiklikler
Teklifin az dikkat çeken ama kritik önemde bir yanı, korunan alanlar listesindeki değişiklikler. Mevcut kanunda “muhafaza ormanları” yer alırken, teklif tüm “ormanlar”ı, “sulak alanlar”ı ve “kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri”ni listeye ekliyor.
Bu değişiklik madencilik faaliyetlerinin bu alanlarda da yürütülebilmesini sağlayan bir düzenleme. Daha önce hiç madencilik yapılamayan sulak alanlar, ormanlar artık “izin alınırsa” yapılabilir hale geliyor. Yani, koruma statüsü fiilen zayıflatılıyor.
Rehabilitasyon Düzenlemesinin Detaylı Analizi: Mali Güçlendirme, Uygulama Belirsizliği
Teklifin en güçlü yanı, rehabilitasyon sistemindeki iyileştirmeler. Rehabilitasyon finansmanında önemli değişiklik yapılıyor: ruhsat bedelinde %30 indirim yapılırken, rehabilitasyon bedeli ruhsat bedelinden ayrıştırılarak eski ruhsat bedeli kadar ayrı bir tutar olarak tahsil ediliyor. Bu düzenlemeyle toplam ödeme miktarı mevcut duruma göre yaklaşık %31 artıyor.
Mali Mekanizmanın Karmaşıklığı:Değişiklik sadece rehabilitasyon fonunu güçlendirmiyor, aynı zamanda gelir dağılımını da değiştiriyor. Genel bütçeye aktarılan pay %50’den %70’e çıkarılarak, ruhsat bedelindeki indirimden kaynaklanan gelir kaybı telafi ediliyor. İptal edilen ruhsatlar için rehabilitasyon bedelinin tahsili Amme Alacakları usulüyle güçlendiriliyor.
Bugüne Kadarki Uygulama Sorunu: Türkiye’de rehabilitasyon konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor. Havran’daki molibden madeni örneği, “başarılı rehabilitasyon” diye sunulan uygulamaların gerçekte nasıl sorunlu olabileceğini gösteriyor. Maden şirketinin zehirli atıklarının üzerine sadece toprak örtüp lavanta dikerek “bal ormanı” olarak sunması, gerçek rehabilitasyon anlayışına oldukça uzak. Maden şirketinin atık havuzunun hala bölgede durması da ayrı bir sorun.
Bu örnek, sadece fidan dikmekle sınırlı “kozmetik rehabilitasyon” yaklaşımının yetersizliğini net olarak ortaya koyuyor. Gerçek rehabilitasyon, tam anlamıyla ekolojik restorasyon ve toprak kirliliğinin giderilmesini içermelidir.
MTA’nın Soma Ege Linyitleri İşletmesi sınırları içindeki Işıklar pasa sahasında TKİ ile işbirliği halinde yürüttüğü proje, gerçek bilimsel rehabilitasyon standardına örnek oluşturuyor. Bu proje “fiziksel ve kimyasal kararlılık, hidro-jeokimyasal etüt, peyzaj onarımı ve fayda-maliyet analizi bileşenlerinden oluşan” kapsamlı bir araştırma programı içeriyor. Projenin “teknik, ticari, sosyal ve ekonomik fayda analizine dayalı” yaklaşımı, sadece çevresel restorasyon değil, toplumsal farkındalık ve ekonomik sürdürülebilirlik de sağlıyor
Teklifin Belirsizlikleri:
Kanuna “Rehabilitasyon“, “Rehabilitasyon bedeli hesabı” tanımları ekleniyor ancak nasıl uygulanacağına dair detaylar belirsiz. Rehabilitasyon yükümlülüğünü ihlal edenlere bir ay süre verilecek, eksiklik giderilmezse faaliyet durdurulacak – ancak kim denetleyecek ve hangi kriterlere göre belirsiz.
Uluslararası Karşılaştırma: Mali açıdan güçlendirilmiş düzenleme ama teknik standartlar eksik. Uluslararası teknik standartlara uygunluk ve toplumsal refah sağlayacak rehabilitasyon modellerinin geliştirilmesi gerekiyor ama teklif bu detayları vermiyor. Avustralya’nın detaylı rehabilitasyon kriterleri, AB’nin sürekli denetim mekanizması, Kanada’nın toplum katılımı modeli gibi küresel iyi uygulamalar Türkiye’nin yaklaşımında eksik.
Ruhsat sonrası alan koruma altına alınsa bile faaliyetlerin devam edebilmesi ise, koruma kararlarının geriye yönelik etkisini ortadan kaldırıyor.
Kayıp Halka: Su Kanunu’nun Yokluğu
Teklifin en büyük eksikliklerinden biri, su politikalarına hiç değinmemesi. Türkiye’de yıllardır bir Su Kanunu çıkarılması hedefleniyor ancak bu kanun çıkıncaya kadar tüm maden çıkarım süreçleri tamamlanmış olacak. Bu kritik boşluk hem madencilik hem de tarım sektörü için büyük belirsizlikler yaratıyor.
Su olmadan ne maden ne zeytin: Maden çıkarımı için büyük miktarlarda su gerekiyor, zeytinlikler de sulama sistemlerine bağımlı. Su Kanunu’nun yokluğunda maden şirketlerinin su kullanımı denetimsiz kalıyor, yeraltı suyu kaynaklarının korunması belirsiz, zeytin bahçelerinin sulama hakları güvencesiz. Doğanın iki çocuğu aynı kaynağı paylaşmak zorunda ama bu paylaşımın kuralları yok.
Acil Müdahale Gerekli: Maden kanunu teklifi görüşülürken Su Kanunu’nun da eş zamanlı olarak çıkarılması şart. Yoksa hem madencilik sürdürülemez hem zeytinlikler kurur. Eş zamanlı olarak Su Kanunu taslağı tüm aktörlerin katılımı ile oluşturulmalı ve maden ruhsatları su etki değerlendirmesi olmadan verilmemeli.
Tanıdık Bir Takıntı: Zeytinlik Meselesi Yine Gündemde
Toprakta Köklü, Gökte Dallı: Zeytin ile Maden Meselesi
“Zeytinliklerde Madencilik” ısrarı 2,5 yıl sonra aynı kararlılıkla geri döndü. 2013’ten beri süren bu müzakere, sadece bir politika tercihini değil, doğa ile ilişki kurma biçimimize dair derin bir zihniyeti yansıtıyor.
Zeytin ağaçlarının ortalama yaşam süresi 500-1500 yıl arasında değişirken, maden çıkarım süreçleri 10-30 yıl sürmektedir. Bu zaman farkı, iki farklı ekonomik döngünün çakışması anlamına gelir. Asıl soru, bu iki döngünün nasıl uyumlaştırılabileceği.
Yol bağımlılığı olarak adlandırılan olgu, geçmiş kararların gelecekteki seçenekleri sınırlaması anlamına geliyor. Zeytinlik konusundaki ısrar, tam da bu tür bir yol bağımlılığının örneği. Her yeni girişim, önceki girişimlerin “haklılığını” kanıtlamaya çalışıyor ve böylece hatalı bir yaklaşım kendi kendini yeniden üretiyor.
Ekolojik süreçler yüzyıllarla ölçülürken, politik döngüler birkaç yılla sınırlı kalıyor. Bu “sistem zamanı” ile “politik zaman” arasındaki uyumsuzluk, sürdürülebilir karar almanın önündeki temel engellerden biridir.
Doğayı “Taşınabilir Sermaye” Olarak Görmenin Sorunları
Bu yaklaşımın altında yatan temel sorun, ekolojik sistemleri mekanik modellere indirgemek. Bir zeytin ağacının taşınması mümkün görünse de, ağacın etrafındaki toprak mikroorganizmaları, böcek popülasyonları, kuş toplulukları ile birlikte oluşturduğu ekosistem ağının taşınması mümkün değil.
Yaşlı ağaçların taşınması düşük başarı oranına sahip. Ayrıca taşınan ağaçların meyve verimi de ciddi bir şekilde azalıyor.
Bu veriler, “taşınabilir sermaye” anlayışının ekonomik gerekçelerini de sorgulatıyor. Ekolojik sistemlerin yedek parçası olmayan, benzersiz tarihsel süreçlerin ürünü olduğu gerçeği, politika yapıcıların daha dikkatli değerlendirme yapmasını gerektiriyor.
Uluslararası Örneklerle Karşılaştırma: Kanada’nın “No Net Loss” Modeli
Kanada’da uygulanan “No Net Loss” (net kayıp yok) politikası, madencilik faaliyetlerinin ekolojik etkilerini kompanse etmek için geliştirilmiş bir model. Bu yaklaşımda, kaybedilen ekolojik fonksiyonlar, başka alanlarda yaratılan ekolojik fonksiyonlarla dengeleniyor.
Bu model, “functional equivalence” (işlevsel eşdeğerlik) kavramını uyguluyor. Önemli olan, belirli bir alanın korunması değil, toplamda ekolojik fonksiyonların net kayıp yaşamaması. Türkiye’nin zeytinlik yaklaşımı ise bu bilimsel temelden uzak, daha çok sembolik ve politik kaygılarla şekilleniyor.
Zeytinlik Çözümü: Tekliften zeytinlik maddelerinin tamamen çıkarılması ve bunun yerine “ekolojik denge bölgeleri” yaklaşımının benimsenmesi. Yüzlerce yıllık ağaçlar taşınamaz, ama aynı havzada sürdürülebilir madencilik + zeytinlik planlaması yapılabilir. Bu hem bilimsel hem pratik.
Uluslararası Örnekler: Hızlı Ama Güvenli Yaklaşımlar
Küresel olarak ülkeler, çevre koruma standartlarını korurken kritik mineral projelerini hızlandırmak için yenilikçi yaklaşımlar geliştiriyor. Bu örnekler, Türkiye’nin “otomatik onay” yaklaşımının alternatifleri olarak değerlendirilebilir.
Avustralya’nın ESG Performans Liderliği
Avustralya’nın Kritik Mineraller Stratejisi 2023-2030, 30 kritik mineral ve 6 stratejik malzeme listesi içeriyor. Bağımsız modelleme, 2040’a kadar 115.000’den fazla yeni iş ve 71,2 milyar Avustralya doları GSYİH artışı öngörüyor.
Avustralya’nın dikkat çeken yanı, dünyanın en yüksek çevresel, sosyal ve yönetişim performansına sahip olmayı hedeflemesi. Bu yaklaşım, ekonomik hedeflerle çevresel koruma arasında çelişkili değil, sinerji yaratıcı bir ilişki kuruyor.
Kanada’nın Yerli Halk Katılımı Modeli
Kanada’nın Kritik Mineraller Stratejisi, 8 yılda 3,8 milyar dolar yatırım içeriyor ve 31 kritik mineral listesi sunuyor. Federal-eyalet işbirliği mekanizmaları, çevresel değerlendirmelerde tekrarı ortadan kaldırıyor.
Kanada’nın en güçlü yanı, yerli halkların katılımını öncelemeği. BM Yerli Halkların Hakları Bildirgesi’ni uyguluyor ve doğrudan fayda paylaşımı sağlıyor. Bu yaklaşım, madencilik faaliyetlerini toplumsal kabul edilebilirlik temelinde sürdürülebilir kılıyor.
AB’nin 27 Aylık İzin Süreci ve Çevre Koruma Dengesi
Bu yaklaşım, süreç verimliliği ile çevre koruma arasında Türkiye’nin teklifiyle taban tabana zıt bir felsefe sergiliyor. AB “prosedürel hızlandırma” yaparken “maddi koruma” sürdürüyor, Türkiye ise “otomatik onay” mekanizmalarıyla her iki alanı da gevşetiyor.
Taahhütler ve Gerçekler: NDC ile Çelişen Politika Seçimleri
2023 Güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nın Vaatleri
Türkiye’nin 2023 tarihli Güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı ile bu maden teklifi arasında derin bir çelişki var. NDC’de 2030’a kadar yüzde 41 emisyon azaltımı hedefi, doğa temelli çözümlerin öncelendirilmesi, temiz teknolojilere geçiş stratejisi yer alırken, maden teklifi bu hedeflerin tam tersine bir yönelimi ifade ediyor.
Bu çelişki sadece sayısal değil, paradigmatik. NDC’de “net sıfır hedefi” (2053) ve “adil geçiş” yaklaşımı varken, aynı dönemde hem “iklim bilimi komplo” söylemleri hem de “iklim değişikliği için yerli kömür” önerileri sunuluyor.
Uluslararası Güvenilirlik ve CBAM Gerçeği
2026’dan itibaren AB’nin devreye alacağı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması nedeniyle Türkiye’nin yıllık 1,8-2 milyar Euro karbon vergisi ödemesi gündemde. İklim politikalarındaki tutarsızlık, bu ödemelerin daha da artmasına neden olacak.
Çin’in ihracat kontrollerinin CBAM’a etkisi de göz ardı edilemez. Çin’in nadir toprak elementleri ihracatına getirdiği kısıtlamalar, AB’nin kritik mineral bağımlılığını artırırken, CBAM maliyetlerini de yükseltiyor. Trump yönetimi-Çin rekabetinin Türkiye’ye yansımaları, bu tablonun daha da karmaşıklaşmasına neden oluyor.
Paris Anlaşması Yükümlülükleri ile Çelişki
Paris Anlaşması’nın temel ilkesi, ulusal politikaların küresel hedeflerle uyumlu olması. Türkiye’nin maden kanunu teklifi, bu uyumlu entegrasyonu bozucu etkiler yaratıyor. Özellikle yerli kömür destekleri, 1,5°C hedefinin gerektirdiği hızlı karbonsuzlaşma ile tam ters yönde bir politika seçimini temsil ediyor.
Meadows’un “sistem amacı” kavramıyla değerlendirildiğinde, Türkiye’nin çevre politikalarında açık bir amaç karmaşası yaşandığı görülüyor. Bir yanda iklim lideri olma amacı, diğer yanda fosil yakıt bağımlılığını sürdürme ısrarı.
Klein’ın Kolektif Akıl Modeli ve Türkiye’de İşlememe Sebepleri
MIT’den Türkiye’ye: Müzakereci Demokrasi Eksikliği
MIT’deki Kolektif Zeka Merkezi’nden Prof. Mark Klein‘ın “Crowd-Scale Pareto-Deliberation” (kitlesel pareto-müzakere) modeli, tam da bu tür çatışmalı konularda çözüm arıyor. Klein’a göre karmaşık sorunlarda “sıfır-toplamlı” pazarlık yerine “pareto-optimal” çözümler aranmalı: En azından bir taraf kazanırken diğerleri kaybetmesin.
Bu model, Türkiye’de neden işlemiyor? Çünkü “kolektif akıl” yerine “kolektif inkâr” süreci yaşıyoruz. Komplo teorileri bilimsel tartışmayı boğuyor, kutuplaşma ortak çözüm arayışını engelliyor.
Küresel örnekler, Klein’ın modelinin nasıl işlediğini gösteriyor. Kanada’nın yerli halk katılımı, Avustralya’nın toplum yuvarlak masaları, AB’nin çok paydaşlı istişare süreçleri, Klein’ın öngördüğü müzakereci demokrasi örnekleri.
Müzakere Haritası Eksikliği ve Karar Alma Süreçleri
Klein’ın “Deliberation Map” (müzakere haritası) kavramı, fikirlerin sistematik olarak haritalandırıldığı, nedensel bağlantılarla ilişkilendirildiği görsel model anlamına geliyor. Türkiye’nin maden kanunu tartışmalarında böyle bir sistemli yaklaşım yok. Görüşler ya tamamen desteklemek ya da tamamen karşı çıkmak ekseninde polarize oluyor.
Bu durumun sistem kuramındaki karşılığı, “feedback loop breakdown” (geri bildirim döngüsünün bozulması). Farklı görüşler arasında yapıcı etkileşim mekanizmaları eksik. Sivil toplum, akademi, bürokrasi, siyaset arasında sistematik bilgi alışverişi ve ortak öğrenme süreçleri yok.
Almanya Yeşilleri’nin Dönüşümü: Kutuplaşma Tuzağından Çıkış
Bu konuda dünyanın en öğretici örneği Almanya Yeşilleri’nin yaşadığı dönüşüm. 1980’de kurulan parti, başlangıçta radikal çevreci hareketlerden, feministlerden, barış yanlılarından oluşan koalisyondu. Parti içindeki “Realos” (gerçekçiler) ve “Fundis” (köktenciler) çatışması, tam da Türkiye’de yaşadığımız kutuplaşmanın aynısıydı.
“Fundis” kanadı taviz vermeyen, ana akım partilerle işbirliğini reddeden radikal yaklaşımı savunurken, “Realos” pragmatik ve uzlaşmacı politikaları öneriyordu. Bu çatışma 1980’lerde partiyi bölünmenin eşiğine getirdi.
Dönüm noktası 1998’de geldi: SPD ile “Kızıl-Yeşil” koalisyonu kurdukları anda, Yeşiller iktidarın gerçekliğiyle yüzleştiler. Joschka Fischer’in Dışişleri Bakanı olarak NATO’nun Kosova müdahalesini desteklemesi, savaş karşıtı partinin tabanını çileden çıkardı. Birçok üye istifa etti.
Kritik ders: İktidar olmanın sorumluluğu, radikal söylemlerden pratik çözümlere geçişi zorunlu kıldı. Nükleer enerji konusunda bile, “hemen kapatılsın” talebi yerine “2020’ye kadar kademeli kapatma” programını kabul etmek zorunda kaldılar.
Sonuç: Bu pragmatik dönüşüm sayesinde Almanya Yeşilleri bugün %15+ oy alan, koalisyon kurabilen, hatta şansölye adayı çıkarabilen bir parti haline geldi. Aynı zamanda en önemli çevre politikalarını (nükleer santral kapatma, yenilenebilir enerji dönüşümü) hayata geçirebildiler.
Ancak bu başarının bedeli ağır oldu: Savaş karşıtı partiyken NATO operasyonlarını desteklemek, anti-sistem söylemlerden sistem partisi olmaya geçiş, radikal tabanın büyük hayal kırıklığı. Köktenci (Fundis) kanadın çoğu partiyi terk etti. Çevre hareketiyle bağları zayıfladı. Bugün Almanya Yeşilleri, başlangıçtaki idealist kimliğinden çok uzakta, klasik bir merkez-sol parti.
Türkiye için ders: TBMM komisyonunda yaşananlar – meseleyi kutuplaşan iki tarafın çatışmasına dönüştürmek – iktidarın her zaman kazandığı bir oyun. Strateji değişikliği zamanı değil mi? Almanya Yeşilleri’nin deneyimi gösteriyor ki, akılcı, rasyonel ve uygulanabilir çözümleriniz olmadığında, en radikal görüş sahipleri bile iktidara geldiğinde tam tersi kabullere onay veriyor. Ama bu dönüşümün kimlik kaybı pahasına olduğunu da unutmamak gerek.
Doğanın İki Armağanı Barışır mı: Somut Çözüm Önerileri
Yukarıda belirttiğimiz dönüşüm yaklaşımı çerçevesinde, hibrit çözüm önerilerimizi sunabiliriz:
Acil Çıkarılması Gereken Hükümler
Zeytinlik Düzenlemeleri Tamamen Kaldırılsın: Teklifin 11. maddesi ve zeytinlik alanlarında madencilik faaliyeti ile ilgili tüm hükümler metinden çıkarılmalı. Zeytin ağaçlarının “taşınabilir” olduğu varsayımı bilimsel gerçeklerle uyuşmuyor.
‘Otomatik Onay” Mekanizması Kaldırılsın: Üç aylık süre sonunda “izin verilmiş sayılır” kuralı çıkarılmalı. Bunun yerine AB modelindeki “hızlandırılmış değerlendirme” sistemi (süre kısalır ama kalite kontrolü devam eder) benimsensin.
İdari Yetki Modeli Değiştirilsin: Kritik madenlerin belirlenmesi bakanlık takdirine bırakılmamalı. AB ve ABD örneklerindeki gibi yasada sabit liste ve şeffaf değişiklik kriterleri yer almalı.
Eklenmesi Gereken Düzenlemeler
Rehabilitasyon Standartları Detaylandırılsın: Teklifte rehabilitasyon tanımı belirsiz. Avustralya modelindeki gibi ölçülebilir kriterler (toprak kalitesi, biyoçeşitlilik indeksleri, su kalitesi parametreleri) yasal metne girsin.
Toplum Katılımı ve Stratejik Etki Değerlendirmesi Zorunlu Hale Getirilsin: Kanada modelindeki gibi yerel halkın ve sivil toplumun katıldığı zorunlu istişare süreçleri yasalaştırılsın. Stratejik Çevresel Etki Değerlendirmesi uygulanarak toplum katılımı etkin bir şekilde sağlansın. Minimum 60 günlük halk katılımı süreci korunsun.
Sürekli Denetim Mekanizması Kurulsun: Rehabilitasyon sürecinin sadece başlangıçta değil, işletme boyunca sürekli denetlenmesi için bağımsız denetim kurulu oluşturulsun.
Su Kanunu Acilen Çıkarılsın: Su olmadan ne madencilik ne de tarım sürdürülebilir. Maden şirketlerinin su kullanım limitleri, yeraltı suyu koruma önlemleri, tarımsal sulama hakları bir an önce yasal güvence altına alınmalı.
Entegre Su Yönetimi: Havza bazında su yönetim planları, maden sahalarının su etkisi değerlendirmeleri, zeytinlik alanların su ihtiyaç planlaması birlikte yapılmalı. Doğanın iki çocuğu aynı suyu paylaşacaksa, bu paylaşımın adil kuralları olmalı.
Güçlendirilmesi Gereken Mevcut Hükümler
Çevre Uzmanı Denetimi Detaylandırılsın: Teklifteki çevre uzmanı zorunluluğu güçlü bir adım. Ancak bu uzmanların nitelikleri, yetkileri ve raporlama usulleri detaylandırılmalı.
Acele Kamulaştırma Yetkisi Sınırlandırılsın: Normal kamulaştırmadan daha fazla kullanılmaya başlayan, adeta olağan kamulaştırmaya dönüşen acele kamulaştırma yetkisi sadece gerçekten kritik olan madenler için (bor, krom gibi Türkiye’nin jeopolitik avantajı olan) ve çok katı kriterlerle sınırlandırılmalı.
Rehabilitasyon Bedeli Sistemini Güçlendirin: %31 artış iyi bir başlangıç ama aşamalı olarak artırılmalı. İkinci yılda %50, beşinci yılda %100 artış hedeflenmeli.
Slow Mining: Küresel Deneyimlerden Yerel Çözümler
“Hızlı ama güvenli” yaklaşımının alternatifi olarak ortaya çıkan “slow mining” (yavaş madencilik) hareketi, yazımızın başında değindiğimiz kent analojisini doğrudan destekliyor.
Slow fashion ve slow food hareketlerinin madencilik alanındaki karşılığı olan bu yaklaşım, aşırı tüketim kültürüne karşı sürdürülebilir üretim modelini savunuyor.
Yukon (Kanada) ve Gana’daki araştırmalar, slow mining yaklaşımının hem yerel toplulukları hem de çevreyi korurken kritik mineralleri tedarik edebildiğini gösteriyor. Bu yaklaşımın temel ilkesi, üretim seviyelerinin kontrolünün büyük şirketler yerine maden sahasında çalışan yerel topluluklar tarafından belirlenmesi. Böylece topluluklar madencilik endüstrisiyle kademeli adaptasyon ve büyüme sağlarken, boom-bust döngülerinden korunuyor.
Önemli olan detay: küçük ölçekli işletmelerin sahipleri genellikle yerel halk ve bu da kârların bölgede kalması anlamına geliyor.
Slow mining modelinin Türkiye açısından önemi, yazımızın temel sorusuna doğrudan cevap vermesi: Zeytin ile maden arasında kavga değil, birlikte yaşama formülü aranıyor. Kanada’da topluluk sahipliğindeki küçük ölçekli kritik mineral madenciliği hem ekonomik hem sosyal olarak uygulanabilir olduğu kanıtlanmış. Bu model, zeytinlik alanların korunması ile madencilik ihtiyaçlarının karşılanması arasındaki gerilimi çözebilecek hibrit yaklaşımın temelini oluşturuyor.
Ancak slow mining modeli de kendi sınırlarına sahip. Küresel kritik mineral talebinin hızla arttığı bir dönemde, sadece küçük ölçekli madencilikle bu talebi karşılamak mümkün görünmüyor. Asıl mesele, doğru dengeyi bulmak…
Doğal Düzeni Taklit Eden Hibrit Model
Pilot Bölge Uygulaması: Doğanın milyonlarca yıllık tecrübesini taklit ederek, revizyonlu teklifin Ege, Akdeniz ve Marmara’da pilot olarak 2 yıl uygulanması, sonuçlarına göre ülke genelinde yaygınlaştırılması.
Türkiye Avantajlarını Kullanan Kritik Maden Listesi: Bor (%73 dünya rezervi), krom, mermer gibi Türkiye’nin gerçek avantajı olan madenlere odaklı, sınırlı liste hazırlanması. Doğa hangi serveti nerede vermiş, oradan başlamak.
Yerel Katılım ve Fayda Paylaşımı: Maden gelirlerinin %10’unun yerel kalkınma projelerine ayrılması zorunluluğu getirilmeli (Kanada modeli).
Sonuç: Hibrit Paradigma Arayışı – Ne Tamamen İyi Ne Tamamen Kötü
Teklifin Karma Etkisi: Fırsatlar ve Tehditler
Bu teklif yasalaşırsa Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı durum, ne tam bir facia ne de tam bir başarı olacak. Teklifin karma etkisi, hem önemli fırsatlar hem de ciddi tehditler barındırıyor.
Fırsatlar: Rehabilitasyon sistemindeki köklü iyileştirmeler, çevre uzmanı denetimi, stoklama sistemi, yenilenebilir enerji üretimine yönelik projelerde bürokrasideki gecikmelerin azaltılması.
Tehditler: ÇED süreçlerinin zayıflatılması, zeytinlik alanlarında madencilik, acele kamulaştırma yetkilerinin genişletilmesi, merkezi karar alma.
Bu karma durum, üç farklı kriz senaryosunu ortadan kaldırsa da, yeni riskleri beraberinde getiriyor: a) Uygulama riski (iyi niyetli düzenlemelerin kötü uygulanması), b) denetim riski (güçlendirilen mekanizmaların işletilememesi), c) dengeleme riski (ekonomik baskıların çevresel standartları aşındırması).
Küresel Örneklerle Desteklenen Hibrit Çözüm
“Hibrit müdahale” olarak adlandırabileceğimiz bir yaklaşım: Teklifin olumlu unsurlarını güçlendirirken, sorunlu yanlarını düzeltmek. Küresel örnekler, bunun mümkün olduğunu gösteriyor.
Öncelikli iyileştirmeler:
– ÇED süreçlerinin hızlandırılması ama kalitesinin korunması için hibrit model (AB örneği),
– Zeytinlik düzenlemelerinin tamamen çıkarılması,
– Rehabilitasyon standartlarının detaylandırılması,
– Yerel katılım mekanizmalarının güçlendirilmesi,
– Acele kamulaştırma yetkilerinin daha katı kriterlere bağlanması.
Klein’ın Pareto-Optimal Çözüm Yolu: Türkiye İçin Uygulanabilir Model
Mark Klein’ın Crowd-Scale Pareto-Deliberation modeli, tam da bu tür “karma etkili” teklifler için geliştirilmiş. Küresel örneklerle desteklenen model önerisi:
– Teklifin Yeniden Müzakeresi: Tüm paydaşların (madencilik sektörü, çevre örgütleri, yerel halk, akademi) katıldığı sistematik müzakere süreci
– Hibrit Çözümlerin Geliştirilmesi: Ne “madencilik yasak” ne “çevre önemli değil” yaklaşımı, ikisini harmanlayan yaratıcı çözümler
– Pilot Uygulama: Revizyonlu teklifin belirli bölgelerde test edilmesi
– Uyarlanabilir Politika: Sonuçlara göre sürekli iyileştirme
Bu model Türkiye’de uygulanabilir mi? Küresel örnekler teknik olarak kesinlikle mümkün olduğunu gösteriyor. Siyasi irade, şeffaflık ve uzun vadeli düşünce gerektiriyor. Ancak mevcut siyasi dinamikler ve kurumsal kapasite eksiklikleri göz önünde bulundurulduğunda, kademeli bir uygulama daha gerçekçi.
Doğanın Vasiyeti: Bin Yıllık Bilgeliğin Sesi
Doğal düzende zeytin ile maden nasıl bir ilişki içinde?
Zeytinliklerin bin yıllık varlığından çıkarılabilecek en önemli ders: Ne aşırı hız ne de aşırı yavaşlık sürdürülebilir. Zeytin ile maden milyonlarca yıl aynı coğrafyada var olmuş. Çelişki, doğal süreçlerin zamanlamasını göz ardı eden müdahalelerden kaynaklanıyor.
Hangi Türkiye modeli sürdürülebilir? Çevresel koruma standartlarını düşürerek kısa vadeli kazanç peşinde koşan mı, yoksa yüksek standartlar ve inovasyonla uzun vadeli rekabet gücü yakalayan mı?
Sonuç: Bu gerilimi yaratan faktör insan müdahalesidir. Çözüm de insana bağlı: Doğal süreçleri taklit eden, ekolojik zamanı dikkate alan hibrit politikalar geliştirmek. Küresel örnekler bunun mümkün olduğunu gösteriyor.
Sürdürülebilir değişim için ekolojik sabır ile ekonomik dinamizm dengelenmelidir. Ne kavga ne inkâr, dönüşüm. Kentlerimizi nasıl insanlar için yeniden tasarlıyorsak, madenciliği de insan ve doğa merkezli olarak yeniden tasarlayabiliriz.
Bu Yazıyı Okuyanlar İçin Eylem Rehberi: Ne Yapabilirsiniz?
Bireysel Düzeyde Atılabilecek Adımlar
Bilgilenin ve Bilgilendirin: Teklifin güncel halini TBMM’nin resmi sitesinden takip edin. Çevrenizdekileri objektif bilgilerle, kutuplaşma yaratmadan bilgilendirin. Sosyal medyada komplo teorileri yerine kaynak belirtilerek paylaşım yapın.
Yerel Temsilcilerinizle İletişim Kurun: Milletvekilinize, belediye başkanınıza bu konudaki endişelerinizi somut önerilerle birlikte iletin. “Karşıyız” demek yerine “şu hüküm çıkarılsın, şu hüküm eklensin” şeklinde yapıcı önerilerde bulunun.
Sivil Toplum Örgütlerine Katılın: Mevcut çevre örgütleri, meslek odaları, mahalle dernekleri size siyasi ve kutuplaştırıcı geliyorsa, sessiz çoğunluğa hitap eden yeni oluşumlar kurun. Bu süreçte sağlıklı sivil katılım mekanizmalarının gelişmesine katkıda bulunun.
Toplumsal Düzeyde Örgütlenme
Yerel İzleme Grupları Oluşturun: Bölgenizdeki maden faaliyetlerini, rehabilitasyon süreçlerini izleyen yerel gruplar kurun. Başarılı rehabilitasyon uygulamalarını teşvik edin, sorunlu uygulamaları belgeleyin.
Hibrit Çözümler Geliştirin: “Madencilik yasak” ya da “çevre önemli değil” yaklaşımları yerine, bölgeniz için sürdürülebilir madencilik modellerini araştırın ve öneride bulunun.
Akademik ve Teknik Destek Alın: MTA, üniversiteler, çevre mühendisleri odaları gibi teknik kuruluşlarla işbirliği yaparak bölgeniz için bilimsel rehabilitasyon projelerine destek verin.
Politik Süreçlere Katılım
Meclis Sürecini Takip Edin: Teklifin Genel Kurul görüşmelerinde hangi maddelerin tartışıldığını izleyin. Milletvekillerine önerilerimizde belirttiğimiz somut değişiklik taleplerini iletin.
Yerel Yönetimlerde Etki Yaratın: Belediye meclisleri, il genel meclisleri, yerel dernekler, kent konseyleri aracılığıyla yerel düzeyde çevre koruma standartlarının güçlendirilmesi için çalışın. Bu noktada kritik bir gerçeği unutmayın: Merkezi hükümet zeytinliklerde maden aramayı desteklerken, sizin oy verdiğiniz yerel yönetiminiz bir parkın dokusunu bozacak uygulamalar içindeyse, önce yerel mücadelenizi verin.
Somut örnek – Eser Park davası: Çankaya Belediyesi’nin Bahçelievler’deki Eser Park’a “Emekliler Lokali” yapma girişimi, mahkeme kararlarına rağmen sürdürülüyor. “Park alanlarının imar planında ayrıldığı amaca uygun kullanılması gerektiği”ni net olarak belirten idari yargı kararlarına ve sakinlerin tepkilerine rağmen sürdürülen bir yerel yönetim girişimi. Siyasi parti bayrakları kötü uygulama için gerekçe olamaz – tam da kutuplaşma teorimizin gösterdiği gibi.
Seçim Süreçlerinde Aktif Olun: Önümüzdeki seçimlerde adayların çevre politikalarını sorgulayın. Oy verme kararınızı çevre konularındaki yaklaşımları da göz önünde bulundurarak verin.
Uzun Vadeli Sistem Değişikliği
Eğitim ve Farkındalık: Çocuklarınıza, gençlere sürdürülebilir kalkınma bilinci kazandırın. Okullarda, üniversitelerde çevre-ekonomi dengesini anlatan eğitim programlarını destekleyin.
Ekonomik Tercihlerinizi Çevre Dostu Yapın: Sürdürülebilir madencilik yapan, rehabilitasyon konusunda başarılı şirketlerin ürünlerini tercih edin. Ekonomik gücünüzü bilinçli kullanın.
Uluslararası Ağlarla Bağlantı Kurun: AB, Kanada, Avustralya’daki benzer sivil toplum örgütleriyle deneyim paylaşımı yapın. Türkiye’nin de küresel iyi uygulamalara dahil olmasına katkıda bulunun.
Bu eylem rehberi, kutuplaşmayı aşan, yapıcı katılımı destekleyen ve gerçek değişim yaratma potansiyeli olan bir yaklaşım sunuyor. Unutmayın: 1326 yaşındaki zeytin ağaçları sabırla büyüdü, ama bizim sabırsızlığımızla yok olmamalı. Sürdürülebilir değişim hem mümkün hem de gerekli.
—
Sözlük
Crowd-Scale Pareto-Deliberation: Kitlesel pareto-müzakere. Mark Klein’ın geliştirdiği, büyük grupların karmaşık konularda uzlaşma bulmasını sağlayan model.
Deliberation Map: Müzakere haritası. Fikirlerin sistematik olarak görselleştirildiği ve ilişkilendirildiği harita.
ESG (Environmental, Social, Governance): Çevresel, sosyal ve yönetişim performans kriterleri.
Feedback Loop Breakdown: Geri bildirim döngüsünün bozulması. Sistemlerde öğrenme ve uyum mekanizmalarının işlemez hale gelmesi.
Functional Equivalence: İşlevsel eşdeğerlik. Farklı sistemlerin aynı işlevi yerine getirebilmesi.
MAPEG: Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü.
NDC (Nationally Determined Contributions): Ulusal Katkı Beyanları. Paris Anlaşması kapsamında ülkelerin verdikleri iklim taahhütleri.
No Net Loss: Net kayıp yok. Ekolojik kayıpların başka alanlardaki kazanımlarla dengelenmesi ilkesi.
Pareto-Optimal: En az bir tarafın kazandığı, hiçbir tarafın kaybetmediği çözümler.
Prosedürel Hızlandırma: İzin süreçlerinin hızlandırılması ama kalite kontrolünün korunması.
Realos vs Fundis: Almanya Yeşilleri’ndeki pragmatik (gerçekçi) ve radikal (köktenci) kanatlar arasındaki bölünme.
USGS: ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu.
YEKA: Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı.
Yol Bağımlılığı: Geçmiş kararların gelecekteki seçenekleri sınırlaması.
—