Kentsel Atık Su, Adalet ve Endüstri: Avrupa’nın Mikro Kirletici Çıkmazı

Kentsel Atık Su, Adalet ve Endüstri: Avrupa’nın Mikro Kirletici Çıkmazı


“İlaç ve kozmetik endüstrileri, kentsel atık su arıtımının en az %80’ini finanse etmelerini gerektiren bir direktifi sorgulamak için Avrupa Birliği Adalet Divanı’na başvurdu.” Bu cümle, 1 Ocak 2025’te yürürlüğe giren revize edilmiş Kentsel Atık Su Arıtma Direktifi çevresinde dönen hukuki ve çevresel bir çekişmenin kapısını aralıyor.

1991’den bu yana Avrupa sularını koruyan düzenlemeleri güncelleyen bu direktif, mikro kirleticilere karşı daha sıkı bir duruş sergiliyor ve özellikle ilaç ve kozmetik sektörlerini hedef tahtasına oturtuyor. Peki, bu süreç neyi değiştiriyor ve Türkiye’ye nasıl yansıyor? Gelin, adım adım inceleyelim.

Kentsel Atık Su Direktifi ve Yenilikleri

Revize edilmiş direktif, kentsel atık suların çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkilerini en aza indirmeyi amaçlıyor. Geleneksel arıtma yöntemlerinin ötesine geçerek, dördüncül arıtma aşamasını zorunlu kılıyor. Geleneksel yöntemler şu şekilde işliyor:

  • Birincil Arıtma: Atık sudaki katı maddeleri (çakıl, kum, organik artıklar) çökertme ve süzme yoluyla ayırır. Bu, fiziksel bir süreçtir ve kaba temizlik sağlar.
  • İkincil Arıtma: Biyolojik süreçlerle organik maddeleri (örneğin, karbon bazlı atıkları) mikroorganizmalar kullanarak parçalar. Aktif çamur yöntemi gibi teknikler burada devreye girer; temel hedef, biyolojik kirliliği azaltmaktır.
  • Üçüncül Arıtma: Besin maddelerini (azot ve fosfor gibi) ve bazı kimyasalları temizler. İleri biyolojik arıtma tesisleri genellikle bu aşamada yer alır; örneğin, azot giderimi (nitrifikasyon-denitrifikasyon) ve fosforun kimyasal çöktürme ile uzaklaştırılması bu kapsamdadır. Bu süreç, suyu daha temiz hale getirir ve ötrofikasyonu (alg patlamalarını) önler.

Ancak bu geleneksel aşamalar, ilaç kalıntıları, hormonlar veya kozmetik kaynaklı mikro kirleticiler gibi inatçı maddeleri yeterince gideremez. İşte burada dördüncül arıtma devreye giriyor. Dördüncül arıtma, ozonlama, aktif karbon filtreleme veya ileri oksidasyon gibi yüksek teknolojili yöntemlerle bu mikro kirleticileri hedefler. İleri biyolojik arıtma, azot ve fosfor gibi besin maddelerini temizlemede etkili olsa da, mikro kirleticilere karşı genellikle yetersiz kalır; bu nedenle dördüncül arıtma ayrı bir kategori olarak öne çıkıyor.

Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu ile üreticiler, arıtma maliyetlerinin %80’ini üstlenmek zorunda; bu, tesis modernizasyonundan veri izlemeye kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Üstelik, arıtma tesislerinin 2045’e kadar enerji nötr hale gelmesi gibi iklim dostu hedefler de cabası. Kentsel Atık Su Arıtma Direktifi, Avrupa’da su kalitesini iyileştirme ve döngüsel ekonomi yolunda cesur bir adım. Ancak, ilaç ve kozmetik sektörü bu yükü tek başına sırtlanmaya itiraz ediyor.

“Kirleten Öder” İlkesi Üzerine Bir Tartışma

AB’nin çevre politikasının temel direği olan “kirleten öder” ilkesi, burada somut bir sınavdan geçiyor. Bu ilke, Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’nın 191. maddesinin 2. fıkrasında yer alıyor ve kirliliğin maliyetinin, onu yaratanlar tarafından karşılanması gerektiğini söylüyor; bir nevi çevresel adaletin anahtarı. Komisyon, kentsel atık sulardaki mikro kirleticilerin %90’ından fazlasının ilaç ve kozmetik ürünlerinden geldiğini savunuyor.

Water Europe Başkanı Hans Goossens’in sözleri bu tezi destekliyor: “Bu atıkların %80’inin maliyetini, bu maliyeti yaratanlar üstlenmeli; bu adil.” Komisyon, eğer bu sektörlerin kalıntıları olmasa dördüncül arıtma ihtiyacının doğmayacağını iddia ediyor. Mantık basit: Kirletiyorsan, temizlersin.

Sanayinin Savunmaları: Adalet Arayışı mı, Yükten Kaçış mı?

İlaç ve kozmetik endüstrileri, bu ilkeye değil, uygulamanın şekline itiraz ediyor. Avrupa Adalet Divanı’na taşıdıkları argümanlar net:

  • Orantısızlık: EFPIA Direktörü Nathalie Moll’un dediği gibi, “Adil payımızı öderiz, ama bu pay adil olmalı.” Sektör, plastik, pestisit ve yasa dışı uyuşturucuların da kirletici olduğunu hatırlatarak, neden sadece kendilerinin hedef alındığını soruyor.
  • Şeffaflık Eksikliği: %80 oranının nasıl hesaplandığına dair veri ve metodoloji paylaşılmamış. Bu, diğer kirleticilerin göz ardı edildiği şüphesini doğuruyor.
  • Erişim Riski: Medicines for Europe, 1,2 milyar euroluk yıllık maliyetin ilaç fiyatlarını uçurabileceğini, örneğin metformin gibi bir ilacın maliyetini %900 artırabileceğini söylüyor. Regüle pazarlarda bu yükün hastalara yansıması, kıtlık riskini beraberinde getiriyor.

Sanayi, AB antlaşmalarındaki orantılılık ve ayrımcılık yapmama ilkelerine aykırılık iddiasıyla hukuki bir savaş başlatmış durumda. Adalet Divanı’nın kararı, bu ilkenin sınırlarını ve uygulanabilirliğini test edecek.

Sürecin Değerlendirmesi

Kentsel Atık Su Direktifi, mikro kirleticilerin hormon bozukluklarından antimikrobiyal dirence kadar uzanan risklerini düşündüğümüzde, çevresel bir zorunluluk. Ancak uygulamada tökezleme riski var. Üye devletlerin direktifi ulusal yasalarına aktarmak için 2027’ye kadar süresi var; Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu ise 2028’de tam anlamıyla devreye girecek.

Bu takvim, farklı ulusal düzenlemelerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Maliyetlerin ilaç erişimine etkisi, özellikle düşük gelirli ülkelerde soru işareti. Diğer kirleticilerin dışarıda bırakılması ise ilkenin ruhuna gölge düşürüyor: Eğer kirleten ödeyecekse, neden sadece iki sektör? Sanayi kazanırsa, Kentsel Atık Su Direktifi’nin kapsamı genişleyebilir; aksi halde, bu iki sektör üzerindeki baskı artacak.

Türkiye’ye Yansıması ve Marmara Denizi Örneği

Türkiye, AB üyesi değil, ama Gümrük Birliği ve adaylık statüsüyle AB düzenlemelerinden etkileniyor. İlaç ve kozmetik ihracatı yapan Türk firmaları, AB’nin Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu/EPR maliyetleri fiyatlara yansırsa kısa vadede avantaj yakalayabilir. Ancak AB, ithal ürünlere benzer standartlar dayatırsa, bu firmalar da mikro kirletici arıtım yüküyle tanışabilir.

Daha önemlisi, Kentsel Atık Su Direktifi Türkiye için bir ilham kaynağı olabilir. Marmara Denizi’ndeki müsilaj krizi, atık su arıtımındaki eksikliklerin acı bir yansıması. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın son 4 yılda 38 bin denetim yapıp 1,2 milyar TL ceza kestiği, 268 tesisi kapattığı biliniyor. Ama bu rakamlar şeffaf değil: Hangi tesis kirletiyor, cezalar tahsil edildi mi, bilinmiyor.

Üstelik, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na atıfla, ileri biyolojik arıtma oranı 2021’de %51 iken 2024’te  %51,7’ye yükselmesi, bir başka anlatımla, yerinde sayması sorunun farkındalığı anlamında ciddi bir sıkıntı olduğunu da ortaya koyuyor. AB’nin EPR modeli, Marmara’da kirletici tesislere mali sorumluluk yükleyerek bu bulanık tabloyu netleştirebilir.

Aynı alanda olmasa da, Türkiye’de de çevre kirliliğiyle mücadelede yeni düzenlemeler gündemde. 14 Ocak 2025’te yayımlanan Endüstriyel Emisyonların Yönetimi Yönetmeliği, sanayiyi yeşil dönüşüme zorlayan bir adım. Sanayide Yeşil Dönüşüm belgesi sistemiyle tesisler A’dan F’ye sınıflandırılıyor; Mevcut En İyi Teknikler ile emisyonlar kaynağında azaltılıyor.

AB’nin “aşağı akış” (atık su arıtımı) odaklı yaklaşımına karşılık, Türkiye “yukarı akış” (üretimde kirlilik önleme) stratejisi izliyor. Örneğin, bir tekstil fabrikası ileri arıtma ile sıfır sıvı deşarj hedefine ulaşırsa, Marmara’ya azot ve fosfor akışı düşebilir.

Bu iki düzenleme farklı kulvarlarda gibi görünse de, örüntüler dikkat çekiyor: Her ikisi de “kirleten öder” ilkesine dayanıyor, şeffaflığı artırmayı hedefliyor ve sanayiyi sürdürülebilirliğe itiyor. Marmara’da birleşebilirler: AB tarzı EPR ile kirletici tesislerden fon toplanıp arıtma tesisleri finanse edilirken, Türkiye’nin MET uygulamaları kirliliği kaynağında keser. Ancak Türkiye’de finansman belirsizliği ve yerel yönetimlerin kapasite eksikliği, bu sinerjiyi zorlayabilir.

Sonuç mu? AB’nin hukuki çekişmesi, Türkiye için bir uyarı ve fırsat. Marmara’yı kurtarmak istiyorsak, cezalarla yetinmek yerine kirleteni sorumlu tutan, halkı bilgilendiren ve arıtmayı teşvik eden bir sistem şart. Türkiye’nin yeni yönetmeliği bu yolda bir başlangıç; AB’nin deneyimi ise rehber. Adalet Divanı’nın kararı ne olursa olsun, çevre kirliliğiyle mücadelede sınır tanımayan bir paradigma değişimi kapıda.

 

Temel Kavramlar

Aşağı Akış (Downstream Approach): Kirliliğin sonuçlarını yönetmeye ve azaltmaya odaklanan strateji. Genellikle atık su arıtma tesisleri bu yaklaşımın parçasıdır.

Yukarı Akış (Upstream Approach): Kirlenmeyi kaynağında önlemeye yönelik strateji. Temiz üretim teknikleri ve süreç içi iyileştirmeler bu yaklaşımı yansıtır.

Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu – EPR (Extended Producer Responsibility): Bir ürünün yaşam döngüsü sonunda ortaya çıkan çevresel maliyetlerin üretici tarafından karşılanmasını öngören politika yaklaşımı.

Mikro Kirleticiler (Micropollutants): Düşük konsantrasyonlarda çevrede bulunan ancak uzun vadede toksik etkileri olan ilaç, kozmetik ve kimyasal kalıntılar.

En İyi Mevcut Teknikler – BAT (Best Available Techniques): Belirli sektörler için uygulanabilir en gelişmiş ve çevre dostu üretim ve arıtma yöntemleri.

Enerji Nötrlüğü (Energy Neutrality): Bir tesisin tükettiği enerjinin tamamını yenilenebilir kaynaklarla kendi üretmesi sonucu enerji dengesini sıfıra indirmesi.

Orantılılık İlkesi (Principle of Proportionality): Alınan bir önlemin, hedeflenen meşru amaçla orantılı olması gerektiğini belirten temel hukuk ilkesi.

Ayrımcılık Yasağı (Non-Discrimination Principle): Benzer durumda olanlara benzer muamele yapılmasını, farklı olanlarınsa farklı şekilde değerlendirilmesini gerektiren eşitlik ilkesi.

Eutrofikasyon (Eutrophication): Suda fazla azot ve fosfor birikmesi sonucu ortaya çıkan alg patlamaları ve oksijen tükenmesine dayalı ekolojik bozulma süreci.

Derin Deniz Deşarjı (Deep Sea Discharge): Arıtılmış veya yetersiz arıtılmış atık suların denizin derinliklerine bırakılması yöntemi. Seyreltilmeyi sağlasa da deniz ekosistemine zarar verebilir.

İleri Biyolojik Arıtma: Üçüncül arıtmanın bir alt dalı olarak kabul edilir. Azot ve fosfor gibi ötrofikasyona yol açan maddeleri biyolojik yöntemlerle (örneğin, anaerobik-oksijenli süreçler) temizler. Türkiye’de Marmara gibi bölgelerde “ileri biyolojik arıtma”dan bahsedildiğinde, genellikle bu kastedilir. Dördüncül arıtma, biyolojik süreçlerin ötesine geçer ve kimyasal/fiziksel teknolojilerle mikro kirleticilere odaklanır. Örneğin, bir ileri biyolojik tesis azot giderir, ama ilaç kalıntılarını temizlemek için ozonlama eklenirse dördüncül olur.

İlgili Haberler ve Bağlantılar